Havalimanına erken saatte gelmek Nisan'ın istediği şey değildi ve hiçbir zaman bu an yaşansın diye uğraşmazdı. Otogarlardan da havalimanlarından da hoşlanmaz, oralara ne kadar az işi düşürse o denli mutlu olurdu. Ayrılık ve arkada bırakılışların kalbi olduğundan şüphe etmediği yerlerde gezinmezdi. Canını acıtacak yerlere gitmemeyi ve ona hatırlamak istemedikleri anımsatacak meseleleri düşünmemeyi seçse de günün kendisi olmasına imkan vermediği ortadaydı. Lakin ilk taşı kendisi atmıştı ve arasına her daim mesafe koyduğu bir meseleye doğru hiç sevmediği bir kasabaya gitmeyi hür iradesi ile seçmişti. Kendi başlattığı düzen yıkıcılıkta bir sonraki adım ise kendine bir şekilde yol bulmuştu. Havalimanında gelmesine imkan olmayan saati bekliyor, elinde oynayıp durduğu bardağı bırakırsa gerçeklikten kopacağını düşünüyordu. Düşündüğü ihtimale rağmen korktuğunu yapmaktan ise çekinmedi.

Nisan elindeki bardağı bıraktığında sınırlarda gezindiğinin farkındaydı. Yanında olan ve kahvesini içen Doruk'u izlerken onun kendisini beklemesinden de en az burada bir şey yapmadan oturup zaman öldürmek kadar hoşlanmıyordu. Kendisinin rahatsızlığını hissetmesine rağmen hiçbir sorunu olmadan kahvesini içip dergisini okuyan Doruk ile ayrı dünyalardan geliyormuş gibi hissediyordu. Aynı evde yaşayıp aynı işte çalışıyor olsalar da dünyalarının birleşene kadar birbirlerinden çok ayrı olduğunu biliyor ve bu bir kenarda kendini hatırlatmak için öylece duruyordu. Birlikte olmalarının nedeninin Doruk'un inatçılığı olduğunu unutmuyordu. Onu geri püskürtecek kadar güçlü olsa da bundan vazgeçtiğini de hatırlıyordu. Bir zamanlar onunla arasında olanların anılarını düşünmeyeli uzun zaman olsa da her biri oradaydı. Daha eski anıları gibi kendilerini yaşatmayı sürdürüyorlardı. Fakat Nisan'ın tercihi daha eski anıları değildi. Onun için hatırlanması güzel olanlar sadece Doruk ile olanlardı ve o anıların dışındakilerin ne kadar acı olduğunu aklından çıkarmıyor, oraya asla dönmüyordu.

Sıkkınlıkla derin nefes verip bardağından bir yudum daha aldı. Gözü Doruk'un içtiği kahvede olsa da kendisini koruması gerektiğinin farkındaydı. Zararlı içecekleri kendi için tüketmeye devam etse bile tek başına değilken bunu yapamazdı. Meyve suyu içip sağlıklı beslenmek kendisi için zor olmasa da kahve yerine uzun bir süre içmesi lazım olan iken Nisan isyan etmek, kuralları çiğnemek istiyordu. Kurallarla başı her zaman dertte olduğundan önündeki yedi ayın ve sonrasının kolay geçmeyeceğini fark ettiği ilk anda değildi. Yine de ikinci bir yudum daha aldığında Doruk'un kendisine bakan kahverengi gözlerini gördü. Kahve içmemesi hakkında ne düşündüğünü merak etse de şüpheleneceği bir şey yoktu ve bu tercihi doğal karşıladığından emindi. Bebek konusu Doğa'nın durumu haricinde aralarında konuşulan bir mevzu değilken onun kahveden yana değil de meyve suyundan yana olmasının nedenini sorgulamazdı. Meraklanması çok kolay olsa da kahve içmemesi ile hamile olma ihtimali arasında bir bağ kurması mümkün değildi.

Hamileliğini henüz Doruk'a söylememiş olmak bir noktada Nisan'ı kuruntu yapmaya, hatta paranoyalara kendini teslim etmeye itmişti. Birkaç günlük bir gecikmenin hiçbir kötülüğü olmadığına kendini ikna etmiş olmasına rağmen arada küçücük davranışlar kafasında soru işareti yaratmaya yetiyordu. Aralarında bir sır olmaması için en dürüst haline gelmişken bu küçük geciktirmenin karanlığından korkuyordu. Ondan öncesini, tanışmalarından önceki zamanları kendine saklamayı tercih etmiş olsa da sonrasında bir kez bile ona yalan söylememiş, hiçbir şeyi geciktirmeden ona anlatmıştı. Fakat bebeğin varlığından emin olmasının üzerinden yirmi beş saat geçmişken hâlâ hiçbir şey söylememiş olmak Nisan'ın canını sıkıyordu. Bir an önce oraya gidip ne olduğu ile ilgili her şeyi öğrenip evine ve hayatına dönmenin hayalini kuruyordu. Hemen her şey olsun ve bitsin isterken dönememekten, bir aksilik olmasından da korkuyordu. Bir başına gitmenin ne kadar doğru olduğuna emin olamasa da peşinden Doruk'u oraya, o cehenneme sürükleyemeyeceği de bir gerçekti.

Boynundaki kedi kolyesi ile oynadığını fark ettiğinde onu takmasının sebebi gün gibi aşikardı. Güçlü olmak, güç bulmak ve kolyenin yanında olması ile neyin gerçek neyin sahte olduğunu kendine hatırlatıyordu. Doruk'u yanında götüremese de onun kendine aldığı ilk hediyeye sımsıkı sarılıyordu. Kedili kolyesi on yıldan beri her korktuğunda sığındığı bir limanken onunla çok fazla badire atlatmıştı. Sınavları, mülakatları, zor geceleri ve ilk duruşması o yanında olduğunda kolayca geçip gitmişti. Onun varlığının öncesinde onsuz dayandığı bir gerçekliğe gidecek iken onu yanında götürmeye biraz korksa da korkusunu geride bıraktı. Bir kez daha bir sorunu kolyesinin yardımıyla ve kolyeyle beraber Doruk'un yanında olduğunu bilerek atlatacaktı.

Parmakları arasındaki kediyi sımsıkı tutarken onunla ilk anısı geri geldi. Süleymaniye Camii'ne bakan pencerenin önündeki masada otururken kafasını kaldırmasının kolayı yoktu. İlk final dönemi gelip çatmışken dönemin en zor dersinin finaline bir saatten az zaman kalmıştı. İktisat Kütüphanesi'ne yine ve yeniden gelmişken canı sıkıldığında manzaraya bakıp rahatlamayı planlamıştı. Buna karşın geldiğinden beri kafasını bir an kaldırmamıştı. Ki akşam saatlerinde daha güzel bir manzara olurken günün ortasında cami minaresi ya da kubbesi izleyecek halde de değildi. Tek derdi sınavı halledip bir sonraki sınava hazırlanmak için yurda dönmekti. Sonraki sınavı iki gün sonra olduğu halde son ana bırakmak ona göre değildi.

Sarıyer'deki yurdundan Beyazıt'a gelmek için sabahın kör bir saatinde uyanmış, bir süre yolda içi geçmiş ve uykuyu görmezden gelmişti. Kütüphanenin açılmasına yirmi dakika varken geldiğinde bir kahve içmek için zamanı olmuştu. Sinirinin geçmesini de ancak bir kahvenin gidereceğine inanıyordu. Oda arkadaşlarının gece geç saatlere kadar süren şamatası yüzünden huzursuz bir gece geçirmişken sabah kendisinin erken çıkmak için alarm kurması da başka bir sorun olmuştu. Gecenin sonuna kadar uykuya meydan okuyan oda arkadaşlarının kendisine sabahları da ses çıkarmaması gerekiyor ama bunu anlamamaya direniyorlardı. Sadece kendilerini düşünmeleri ve bencillikleri sinirini bozarken başka bir odaya geçmek için uygun zamanı kolluyordu. Eğer odasını değiştirmeyi başaramayacaksa kızların yurdun bahçesinde kalmasını sağlayacaktı. Bir tüm günü bahçenin aynı masasında çene çalarak geçirip derslerine gitmeyi dahi pek çok gün unuturlar iken bahçede uyumak onları zorlamanın aksine işlerini kolay bir hale getirebilirdi.

Yurdu aklından çıkarıp kahvesini hızlı bir şekilde bitirdiğinde biraz daha sakinleşmiş olarak açılan kütüphaneye girmişti. Revaçta olan İktisat Kütüphanesi'nde kendisine bir masa bulurken erken saatte okulda olduğuna mutluydu. Masa savaşlarına maruz kalmadan altı saatini geçireceği düzgün ve ayakaltı olmayan bir masa bulmuştu. Gece kötü geçmiş, sabah sinirlerini harap etmiş olsa da gün onun için güzel ilerleyip isteği olanı ona verecek gibi görünmüştü. Ki bundan da pek şüphesi yoktu. Öncesinde de sınavı için iyi çalıştığını biliyordu. Akşam kendinden emindi. Sadece son saatlerinde kontrol edecek, kendini sınayacaktı. Paniklemesine gerek yoktu. Rahat bir şekilde son vereceğini bildiği sınavı daha fazla korkutucu hale getirmeyecekti. Her şey hızlı ve de acısız bir şekilde bitecekti. Ders de dersin hocası da zor olmasına rağmen ilk seferinde bu dersten kurtulacak, dersi veremeyen tayfaya bir nefer daha kazandırmayacaktı.

"Bu ne?" diye sorduğunda kitabının üzerine küçük kırmızı bir kutu bırakılmış ve tam yanına bir anda Doruk oturmuştu. Onu görmesinden önce önüne konan kutuyla küçük yollu bir panik yaşamış ama yanına oturan Doruk'u görmesiyle rahatlamıştı. Kalbinin korkuyla hızlı atmaya devam ettiğini kulaklarında duyarken ona dönmüş, gülen yüzü ile karşılaşmıştı.

Doruk ile tanışmalarından ve arkadaş olmalarının üzerinden altı hafta geçmişti. Onun iyi biri olduğunu anlamıştı. Birlikte veterinere götürdükleri kedinin ölümünü öğrenip uzaklaşmasından sonra onu yanında bulmuştu. Ağlamayı başaramadığı onca zamanın ardından ağladığında bir adım uzağındaydı. Yanında ağladığı için ondan uzak durma çabasına girmesi olasıyken böyle bir şey olmamıştı. Hızlı başlayan bir arkadaşlıkları olmuş ve arkadaş olarak kalmışlardı. Lakin Doruk'un arkadaşlıkla yetinmekten daha fazlasını istediğini gözlerinde görebiliyordu. Onu görmezden gelip diğer arkadaşları ile olduğu gibi aynı mesafede tutmaya özen gösteriyordu. Herhangi bir şekilde onun umutlanmasına neden olacak bir şey yapmamaya çalışıyordu. Diğerleri ile olduğu gibi onunla da aynı zamanı geçiriyor, aynı şeyleri yapıyordu. Sadece diğer arkadaşları ile yalnız kalabilirken onunla yalnız kalmaktan kaçıyordu. Bu ona olan bir güvensizlikten ötürü değildi ve aksine Nisan herkesten daha çok ona güveniyordu. Güveni her şeyin üstesinden gelebilse de onunla yalnız kalmaması gerektiğini biliyordu. Korktuğu bir cümleyi söylemesi, sorabileceği bir soru ihtimali aklından gitmezken sadece tedbirli oluyordu. Ona onun istediği gibi bir arkadaş olamayacağını bilirken ondan başka biri olsa da bunun değişmeyeceğini ona anlatmak zorunda kalmamaya çabalıyordu.

"Açıp ne olduğunu görebilirsin." dediğinde Nisan kutuyu açmaya yanaşacak bir halde değildi. Bir hediye olduğunu anlamak onun için zor değildi ama bir hediyeyi kabul etmesi de mümkün değildi. Bunu ona açıklamak daha başka konuların da açılmasına ortam hazırlayacakken Doruk'a bakmaktan başka bir şey yapmadı. "Gördüğümde sen aklıma geldin."

"Ben hediyeleşmeyi sevmem ve pek hediyeleşme macerasından anlamam."

Gözlerini gözlerine diken Doruk'a karşı Nisan olabildiğinde açık konuşmaya, derdini basitçe anlatmaya çalıştı. Alamayacağı bir hediye önünde dururken kendisine beklenti ile bakan Doruk'un kendisini uğraştıracağını biliyordu. Onunla geçirmiş olduğu kısıtlı zamanda ne kadar ne inatçı olduğunu anlamasına yetecek pek çok macera yaşamıştı ve karşısında duranın nasıl biri olduğunu öğrenmişti. Savunduğu fikrin yanında durup öne sürülen argümanları çürütmeyi seviyor ve bundan keyif alıyordu. Uğraştığı her şey onu daha mutlu ederken avukat olmasını haklı kılacak şekilde ağzı iyi laf yapıp bir şekilde üste çıkmayı başarıyordu. İnsanın açıklarını görmede, saldıracağı yeri iyi bilmede ondan daha iyisini görmemişti. Lakin bu onun kötü biri olduğu anlamında değildi. Görüp görebileceği en merhametli ve iyi insanlardan biriydi. Kendisinin tam karşısında durup kendi isteğini gerçekleştirmek için bekleyen bir avcı gibi dururken bile yeterince kötü biri gibi görünemiyordu.

"Bir hediyeleşme merasimi değil. Sadece bir hediye." dediğinde Nisan gözlerini bir an kapadı. Kelimeleri eğip bükme, açığı yakalama konusunda ondan önde olmayı çok istese de onun gibi olamayacağını bilerek başka bir yol denemeyi seçti.

"Ne için?" Gözleri ile işaret ettiği kutunun amacından yola çıkarak kendisine bir çare bulacağına inandı. Onun nedenini ve amacını yok ederken başka şeyleri de öyle ya da böyle anlatacağına inanıyordu.

"Nedeni yok. Ama illa bir neden istersen bugün yılın son günü olduğundan yılbaşı hediyesi olarak görebilirsin."

"Kabul edemem. Nezaketin için teşekkür ederim."

Nisan konuyu kendince kestirip attığında kırmızı kutuyu Doruk'un önüne bıraktı. Onu almamaya kararlıydı ve bunu başardığına inanıyordu. Yeni yıl için ya da başka her ne öne sürerse sürsün söyleyeceklerini birbiri ardına sıraladı. Kısa ve hızlı bir çözümün kendisini kurtardığına inanarak gözlerini kutudan çekip Doruk'a baktığında kendisine bakan gözleriyle karşılaştı. Kendi mavi gözlerinden çok farklı olan, ardından Nisan'a göre farklı şeyler barındıran kahverengi gözlere bakmak kendini kötü, hatta bir yerde suçlu hissetmesine neden oldu. Masum bir hediyeyi büyüttüğünü fark etse de yanlışlık olmasını, bir umudun ona ulaşmamasını istiyordu. Aralarında arkadaşlıktan fazlasının olmasına ihtimal yokken farklı dünyaları vardı. Nisan kendi cehennemini, geldiği o yeri ve oradaki anıları asla unutamayacağını düşünürken kimsenin başını da kendisine olan gibi yakmak istemiyordu. Çok sevdiği birinin başını belaya sokmuş, ardında onu bırakıp gelmişken birini daha kendi cehennemine çekmemeye kararlıydı.

"Ne olduğuna bile bakmadın."

"Kabul etmeyeceğim bir hediyeyi açmamın anlamı yok. Hem açıp kabul etmediğimi söylersem beğenmediğimi düşünmez misin? Ki bu incelik gösterip hediye almış birine karşı nezaketsizlik olur." diyebildiğinde kendi içinde tutarlı olan nedenini söylediğine sevinmişti. En azından neyden ötürü açmadığını söylemişti ve o kısımdan sonrası ona kalmıştı.

Kitabına ve noktalarına geri döndüğünde yanında oturmaya devam eden Doruk'u bir an görmezden gelebilmeyi başarsa da sonrasında bunu yapmayı başaramadı. Gözleri her ne kadar yazıların üzerinde gezinse de aklında Doruk ve Doruk'un yanında oturup hediye paketi ile oynayışı vardı. Yüzüne bakmasa da suratında mutsuz çocuklara özgü bir bakış olduğunu tahmin ediyordu. Onu kırmamak için hediyesini reddederken yine kırdığını kabul ediyordu. Ancak bunun bir yolu yoktu. Onu er ya da geç kıracaktı ve hediyesini kabul etmeyerek üzülmesine neden olmak ona umut verip yalan söylemiş olmaktan daha doğruydu. Nisan'ın vicdanı onu daha sonra ve daha fazla kırmaktansa içinde oldukları anda daha basit bir sebepten üzmeyi, gerçeği ona göstermeyi bir an bile şüphe duymadan seçiyordu.

Yakın zamanlı olmayan bir anı, bir başka hediye aklından geçmeye yaklaşsa da elinin üzerine yeniden gelen kırmızı kutu anıları savurup attı. Kendisine yer açan kutudan başka bir şeyi göremezken artık gözleri üzeri kutuyla kapanmış yazılarda gezinmeyi sürdüremiyordu. Rol yapmasının önünde küçük kırmızı bir kutu dursa da ona bakmayı bir süre daha reddetti. Ellerini masanın üzerinden çekip kucağına bırakırken hediyeye dokunmamaya kararlıydı. Doruk meseleyi bir inat meselesi olarak görmeye başlamış olacaktı ki kendisini taklit ediyordu. Ancak Nisan kendisinin de inatçı olduğunu çok iyi biliyordu. İnat etmese, direnmese hayatta bile olamayacağını bilirken bir hediyenin kazanmasına izin vermeyecekti.

"Onu kabul etmen için ne yapabilirim?" Nisan'ın duyduğu ses inatçı birinin sesinden daha çok bir ricacının sesiydi. Aman dileyen bir insan gibi yumuşak, hatta yalvaran bir sesle kendisi ile konuşurken inatçılığı olmasa da bu halinin direncini kırmasının mümkün olduğunun farkındaydı.

"Kararımı değiştirecek hiçbir şey yok. Benim kararlarım değişmez."

"Dikkafalı ve dünyaya at gözlükleri ile baktığını mı itiraf ettin? Yok, ben bence seni yanlış anladım."

"Beni yanlış anlama diye uğraşıyorum."

Nihayetinde itiraf ettiğinde rahatladığını hissetti. Ona dönerken hediyeyi bir kez daha görmezden geldi. Diğerlerinde anlamamış olsa da bu defa onun kendisini anlayacağı inancı ile doluydu. İşi bu noktaya kadar getirmek asla istediği değilken daha açık bir şey söyleyemezdi. Hem kendisinin hem de onun bu cümle ile yetinmesi gerekliydi ve daha fazlası yoktu. Aralarında hiçbir zaman geçmemiş bir konuşmaya ithafen demeyi beceremeyeceği çok fazla cümle vardı. Ancak imalarla konuşabilirdi ve bunun da asla bir gücü olmazdı. O dahasını istememeliydi. Nisan'a göre kendisi de daha fazlasını söylemeyi aklından bile geçirmemeliydi.

"Senin lügatında yani kapalı anlatımlı özdeyişler ve deyimler sözlüğünde bu benim senden hoşlandığımı bildiğin ama benimle ilgili hayallerin olmadığı için bana boşuna umut vermek istemediğin anlamına geliyor." diyen Doruk'un cümlesi nefesini kestiği an ona inanamayarak baktı. Nisan'ın asla konuşamayacağı bir açıklıkla ve cesaretle konuşurken ona hayran mı yoksa düşman mı olması gerektiği arasında seçim yapması kolay değildi. Diyebileceği hiçbir şey yokken suskunluğunun sonunun da kötü bir yere varacağını biliyordu. "Sükut ikrardan gelir derler."

"Her zaman bu kadar sinir bozucu musun?"

Nisan sadece konuşmak için konuşmuş, onun tezini çürütmek istememişti. Tezinin bir şekilde çürütülüp kendisinin haklı çıkaramayacağının farkındayken boşa kürek çekip daha da batmanın anlamı yoktu. Ona diyeceği her şey kendini daha kötü hissetmesine yetecekken sadece konuşmuştu.

"Genelde inatçı derler ama benden daha inatçı bir keçi karşımda durduğundan ötürü bu sıfatı da kabul edebilirim." Doruk'a gözlerini kısıp bakarken onun haklı olduğunu biliyordu. İşi bir noktada inada bindirdiğinin farkında olsa da geri dönmek için uygun bir yer yoktu. En iyisi bu konuşmayı bitirmek olsa da karşısındaki inatçıdan istediği ve düşündüğü kadar kolay kurtulamayacağı belliydi. "Nisan, lütfen beni kırma ve bu hediyeyi kabul et. Sana söz veriyorum beni evlenme vaadi ile kandırarak bu hediyeyi kabul etmediğini vasiyetime ekleyeceğim."

"Beyanını gerçek yapmadan hediyeyi almayacağım dersem ne olacak?"

"Hemen vasiyetimi yazabilirim." Son cümlesinden sonra Doruk'a güldüğünde artık yapacağı bir şey yoktu. Pes etmeyi seçmişti. Daha fazla büyütmemek, üzerine daha fazla dikkat çekmemek için hediyeyi kabul etmeyi kabullenmişti. "Güldüğüne göre artık hediyeyi açma zamanın geldi."

Pes edişiyle kırmızı kutuyu alıp önünce çektiğinde içinde ne olduğunu merak ettiğinin ilk kez farkına vardı. Aklında bir an bile kutuyu açma isteğinin hüküm sürmediğinden eminken kurdeleyi açarken ellerinin titrediğini gördüğünde şaşırdı. Kahve yüzünden titrediğini düşünerek kendini kandırsa da yıllar sonra bir hediye almış olmak onun bir heyecan duymasını sağlamıştı. Sevdiği o küçük hediyeler olduğu yerden de zamandan da uzaktı ama bir başka hediye elleri arasındaydı. Kutunun kapağını açtığında ise onu gördü. Küçük ve sevimli bir figür orada duruyordu.

"Umut'u yaşatamamış olsak da bizimle kalmasını sağlar diye düşündüm. O yanında oldukça umudun senin peşinde koşacağına inanıyorum."

"Teşekkür ederim." diyebildiğinde sesinin çatallandığını fark etti. Duygusallaştığını daha önce anlasaydı kendisine zaman tanıdıktan sonra konuşurdu ama bu ihtimal için geç kalmıştı. Lakin geç kaldığı için pişman ya da üzgün değildi.

Kolye parmaklarının ucunda ısınmışken biraz uzağında telefonla konuşan Doruk'un agresifleştiğini düşündü. Telefonun diğer ucundaki her kimse ona hoşlanmadığı şeyler söylüyor gibi görünüyordu. Aramanın bürodan olduğuna şüphesi yokken meselenin son davası ile ilgili olduğunu düşündü. Altı yıl önce üzeri kapatılan bir meselenin yine açılması söz konusuydu ve Doruk bunu yapmadan durmayacaktı. Meseleyi ona açan kişi kuzeni Serra iken hem onu kırmasının hem de Tarihi Yarımada'nın silüetinin bir darbe daha almasına izin veremezdi. İstanbul'u, şehrin ilk kurulduğu yerleri severken görmezden gelmeyeceği pek çok şey vardı. Bir hilkat garibesi silüeti bozmuşken bir yenisinin daha eklenmemesi için çaba göstereceği aşikardı. Doruk elinden geldiğince oraya bir gökdelenin yeniden dikilmesinin karşısında duracaktı.

Gözlerini Doruk'tan uzaklaştırıp masada duran kitaba uzandı. Bir önceki yıl uzun bir beklenişin ardından yayınlanan kitabı okumaya başlamak için doğru bir zaman gibi görünüyordu. Kitap hakkındaki konuşmalar bitip ortalığın durulmasını beklerken hiç zorlanmamıştı. Görmemek istediklerini görmezden gelme konusunda başarılıydı. Bir kez başardıktan sonra her zaman başarılan görmezden gelme kısmında başaramadığı tek şey kitabın kapağı hakkında söylenenlerdi. O yorumları bir şekilde kendisi duyup çoğunluğun görüşüne uymuş ve beğenmemişti. Bir tür algı yüzünden böyle düşünüp kapağa karşı olumsuz görüş geliştirdiğine inansa da geçen onca zamana rağmen kapak yine hoşuna gitmemişti. Fakat kapağın niteliğinin kitabın içeriği kadar önemli bir yeri olmadığını biliyordu. İçerik görselden onun için daha önemliyken takıldığı konuyu ardında bırakmayı seçti.

Kitabı okumayı uçağa bırakırken görüşmesine hâlâ devam eden Doruk'un gerginliği artıyor gibi görünüyordu. Yanına gitmek istese de doğru zamanın olmadığını bilip bir süre daha olduğu yerde kalmayı seçti. En sonunda onun kendisinin yanına geleceğini biliyordu. Her seferinde gelmişken bu anın farklı olmayacağına emindi. Gerildiğinde bir süre uzak kalıp geri gelirdi. Ki mevzu kendileriyle ilgili değilken geldiğinde ona karşı değişen bir tavrı da olmayacaktı. Doruk bazen kendileriyle ilgili olmayan şeylere kızar ama en sonunda unuturdu. Düzeltebileceği bir şey ise uğraşır, çabalar ama sonu neticelenmediği zaman bırakması gereken yeri bilirdi.

Nisan Doruk ile ilk kez aralarının bozulduğu zamanı anımsamaya çalıştığında kolye kadar eski bir zaman karşısına çıktı. Hukuk Fakültesi'nin birinci yılının baharında ne olduğunu anımsıyordu. Kolyenin gelmesinde yaklaşık üç ay sonraydı. Mart soğukları hangi mevsime geçildiğinin anlaşılmasına izin vermediği günlerde olmuştu. Öncesi ve sonrası olan o anıda haklı ve haksız arasında ince bir çizgi vardı. Ki Nisan o günlerle ilgili kendisinin de biraz agresif olduğunu, bile isteye onunla zıtlaştığını kendi içinde itiraf ediyordu. Doruk'a bunu söylemese de bir noktada hatalı davranmıştı. Doruk'un bitmez ümidi korkularını körükleyip onu zorlarken onu kendinden uzak tutmak için yol aradığı ortadaydı. Ama her çaresi elinde kalıp onu kendi yerine başka bir hayale itemez iken elinde olan tek şey kötü olmak, kötü davranmaktı. Yine de kendisini kısa sürede tanıyan Doruk mevzu bahisken onu aldatması, kötü olduğuna onu inandırması gerçekleşmemişti. Ne yaparsa yapsın yine ve yeniden aynı yere döndükleri günlerde boşuna bir uğraşa girmişti. Boşuna uğraşmış olsa da şansını denemiş, sandığından da fazla Doruk'u tanımış, ona karşı ördüğü duvarları yıkacak mayınları duvarların altına zamanı geldiğinde patlatmak üzere yerleştirmişti.

Mart ayı başlamadan önce bir işe girmeye, haftasonları çalışmayı aklına koyan Nisan için en iyi iş ihtimali Cansu ile konuştuğunda karşısına çıkmıştı. Cansu yeni odasında olan kızlardan biriydi ve onunla hızlı bir şekilde iyi arkadaş olmuştu. Onunla sıklıkla zaman geçirirken haftasonları çalıştığını biliyordu. İTÜ'de Malzeme ve Metarulji'ne kendi gibi bu yıl başlasa da bir yıl hazırlık okumuştu. Eğlenceli bir kız olmasının yanında sorumluluklarını ihmal etmekten uzaktı. Ve Nisan ile yakınlaşmalarının da sebebi aslında buydu. Aynı odada olmasalar bile er ya da geç kütüphanede tanışmaları ve arkadaş olmaları kaçınılmazdı. İkisi de üçüncü kattaki etüt odasını kullanırken çok uzakta değillerdi.

Cansu Rumelikavağı'nda bir restoranda haftasonları komi olarak çalışıyordu. Haftaiçi çalışması için uygun değilken cuma günleri öğleden sonra günün geri kalana yardıma gidip sonra cumartesi ve pazar tüm gün çalışıyordu. Restoranın sahibi Ali Ağabey de öğrencileri çalıştırmayı, onlara harçlık kazandırmayı tercih ediyordu. Ki bu yol onun için rahat ve karlıyken vazgeçmeyeceği de belliydi. Kalabalık olan günlere destek için gelen geçici çalışanlar pek çok ek masraftan kurtulmanın anahtarıydı. Hem o hem de onun için çalışanlar mutluyken bu uygulamayı sonlandırmayacağı da açıktı.

Şubat ayının son cumartesi gününde Nisan Cansu ile beraber ilk defa o restorana gidip çalışmaya başladıktan sonra haftasonları artık kendine ait olmaktan çıkmıştı. Planları için haftasonları uygunluğu yokken bunu önemsemediği de açıktı. Düzenli çalışması nedeniyle haftasonlarına pek iş bırakmadığından daha yararlı şeyler yapabilmenin peşindeydi. Eğlenmekten daha çok para kazanıp kenara atmak ona hitap ediyordu. Ve bulduğu iş canını sıkmaktan uzaktayken düzeni uzunca bir süre devam ettirebilirdi. Ki bu her bakımdan onun rahatlamasını sağlardı.

Nisan haftasonlarını gözden çıkarsa da onun bir haftasonunda kendisinin planına bir şekilde eklenmesini isteyen biri vardı. Doruk onun kendisinin planına katılması için uğraşırken Nisan'ın açıklaması basitti. İşi vardı ve gelemezdi. Ertelemesini isteyen, yine ve yeniden tüm inatçılığı ile karşısında olan Doruk'a sinirlenmesi uzun sürmese de aralarında bir gerilim yaşanmamıştı. Konuşmalarının sonunda Doruk'a çalıştığını ve gelemeyeceğini açıkça söylemesinden sonra onun kabullenişini görmüştü. Yine de o kendisinin planına uymasa da kendisi Nisan'a uyacağını söylemekten de bir an için bile çekinmemişti. Doruk'un çalıştığı yere yakın bir zamanda gelip orada gerçekten çalışıp çalışmadığını, Nisan'ın kendisini başından savmak için bahane yaratmak için çalışmayı öne sürüp sürmediğini kontrol edeceğini anlasa da umursamadı. Gelmesine de görmesine de bir mahzur görmüyordu ve çalışmaktan da gocunduğu söylemesine imkan yoktu. Buna karşın onun vazgeçmemesinden yorulmuştu. Bitmek bilmeyen bir umudu varken ona hayranlığı ve kızgınlığı aynı anda duyuyordu.

Söylediklerinin her zaman arkasında olan, söylediğini ne olursa olsun yapan Doruk'u Nisan'ın restoranda görmesi mart ayının sonunda olmuştu. Vizeler öncesinde son kez haftasonu çalışırken sınavları bitene kadar bir süre çalışmayacaktı. Doruk bir şekilde en doğru zamanı bulmuştu. Onu masada arkadaşları ile otururken gördüğünde hiçbir tepki vermese de aslında içinde durum başkaydı. Gelmesinden, orada olmasından bir şekilde memnundu. Onu görmek Nisan'a iyi gelmiş olmasına rağmen memnuniyetini yüzüne bir an bile yerleştirmemişti. Doruk'u içeride gördüğü ilk zamanlarda yanına gitmiş olsa gözlerinin gülümsediğini görmesi Doruk için mümkün olabilecekken buna bir şekilde Nisan engel olmuştu. Yanlış anlamaması, gerçeğe dönmeyecek bir umuda inanmaması için bir süre ondan uzak kalmıştı.

Akşam boyunca görünürde bir sorun yoktu. Nisan arada Doruk'un da olduğu masaya girmesine rağmen aralarında bir konuşma geçmemişti. Arada Nisan'a takılıp gülse de onu kızdırmayı amaçlamamıştı. Okulda olduğu gibi canı sıkıldığında ona sarıyor ve sonrasında arkadaşları ile sohbet etmeye devam ediyordu. Masadaki bir yüz Nisan'a tanıdık gelse de onu tanıdığından uzun bir süre emin olamamıştı. Sonrasında onun ilk kez birlikte hareket ettikleri ve bir canı kurtarmayı denedikleri günde gördüğü o kişi olduğunu anımsadı. Veterinerde gördüğü kadın olduğundan bir şekilde emin olduktan sonra o gün düşündüğünün gerçek olduğunu anlamıştı. Doruk daha önce o veterinere gitmişti ve oradakileri önceden tanıyordu. O gün bir arkadaşı olduğunu düşünse de o kadın aslında Doruk'un ablası Doğa idi. Masada olan diğer iki kişiden biri Cenk ise Doğa'nın o günlerdeki erkek arkadaşıydı. Yanlarında olan son kişi olan Zeynep ise Doruk'un ve aynı zamanda Doğa'nın kuzeniydi. Orası uzaktan belli olmasa da bir aile masasıydı. Nisan arkadaşı orada oturuyor olsa da oraya gitmeyi istememeye akşamın ilk saatinde karar verdi ve kararını uygulamakta asla zorlanmadı.

Cansu'nun daha çok o masayla ilgilenmesini sağlarken kendi halinde takılıyordu. Bir şekilde gecenin her zaman olduğu gibi sorusuz geçeceğini düşünse de düşlediğinin ne yazık ki gerçek olmaya gücü yetmedi. Servis açıldığından beri gittiği her seferde tam anlamıyla huzursuz olduğu masada bir sakarlık yaptı. Rakı bardağını devirdiğinde hiç karşılaşmadığı bir tepkiyi karşısında buldu. İlk sakarlığı değildi ve her zaman olan bir şey değildi ama insanlar genelde böyle bir olayı abartmazdı. Sakin, sessiz ve kendi halinde olan mekana gelenler sevimli insanlardı. Ancak huzursuz masanın alıştıkları müşteri profilinde olmadığını geç de olsa anlamıştı. Ali Ağabey de Bülent Ağabey de yeniden o masaya gitmemesini söylediklerinde onları ikiletmedi. Huzursuzluğunu bir nebze olsun geçirmek için hava almaya çıkarken hiçbir şey olmamış gibi geri dönmesi olağandı.

Geri dönüp işine kaldığı yerden devam edip geceyi sakince bitirmesine rağmen kötü olan şey gecenin sonunda yaşandı. Son durağı Hacıosman olan günün son seferine az zamanı kalmış olan 25A'yı beklerken bir süre önce gittiğini sandığı Doruk ile durakta karşılaştı. Daha doğrusu Doruk bir anda yanında belirdiğinde onunla konuşmaktan başka bir seçeneği yoktu. Oldukça sinirli görünen haline neyin neden olduğuna dair bir fikir yürütemedi. Yurda bırakırken konuşmak istemesini reddetmese de yolun da o konuşmanın da sonunun iyi olmadığını görebiliyordu. Umursamamaya çalıştığında bir şey boğazına takıldı. Bir tür korku onu esir alırken korkmaktan nefret ettiğini kendine anımsatmıştı. Lakin Doruk'un hali de bakışları da korkması için yeterliyken ihtimalini değiştiremiyordu. Olacağı ya da olmayacağı bilmese de ikisinden de hoşlanmayacak, ikisinin sonunda da üzüleceğini biliyordu. Ve kendini üzme yetkisini ona ne zaman ya da nasıl teslim ettiğini bilmezken sakin kalmaya çalışıyordu. Yanında arabayı kullanıp aynı zamanda kendi kendine köpürüp hiçbir şey söylemeyen Doruk zaten yeterince sinirli iken kendisinin de aynı duruma gelmesi halinde hiçbir şeyin kolay olmayacağı konusunda şüphe duymuyordu.

Doruk arabayı yurdun önünde durdurduğunda tüm yol boyunca hiçbir şey konuşmayı düşünmemiş gibi davranmıştı. Arabadan inmek için yeltenen Nisan'ı durdurana kadar ise sadece önündeki büyük kapıya bakmakla yetinmişti. Sonrasında ise her şey bir an içinde olup bitmişti. Nisan Doruk'un yüzündeki izi gördü. Onun kavga ettiğini ve bu kavganın bir şekilde kendisiyle ilgili olduğunu anlarken kavganın karşı tarafının kim olduğuna dair bir anı gözünün önünde görünüp kayboldu. O masadaki adamla çıkışta bir şekilde karşılaştığına eminken ne demesi gerektiğini bilemedi. Adamın bakışları ve davranışları hakkında durmadan dakikalarca esip gürlediğinde Nisan ona bunun onu ilgilendiren bir mesele olmadığını söyledi. Karışmamasını, kendi başının çaresine bakabileceğini ona anlatmaya çalışırken alkolün de etkisiyle durması gereken sınırını karıştıran Doruk gecenin son cümlesini söylemişti. Belki de erkeklerin onunla her an ilgilenmesinden hoşlandığını ima ettiğinde Nisan önce Doruk'a tokat atmış sonrasında da onu ardında bırakıp yurduna girmişti. Onu görmek, onunla bir daha aynı yerde bile olmak istemezken o gece uyuyamadığında arkadaşlıklarının bittiğinden emindi.

Tüm geceyi ve pazar gününü kendi kendini sinirlendirerek geçirirken sakinleşmemeye, onun ne dediğini unutmamaya ant içmiş gibiydi. Lakin en sonunda pazar günü yurda geç saatte dönüp duş aldığında öfkesine dair hiçbir şey yoktu. Cansu ile koltuklarda film izlerken Doruk mevzusunu açmaya çalışan arkadaşını susturmuştu. Onunla ilgili konuşmak istediği hiçbir şey kalmadığına inanıyordu. Öfke gitse de bunun kendisine bir anlam ifade etmemesi gerekiyordu. Yine de bir gece önce ne olduğunu artık daha iyi biliyordu ve bilmesine rağmen Doruk ile arasına giren mesafenin bir işaret olduğu, kapanmaması gerektiğini kendine hatırlatmaktan geri durmuyordu. Onun umudunu bir şekilde sonlandıramayıp etrafında olmasını kendi azaltamamışken etraflarında bir an gerçekleşen bir olayın kurtarıcı olduğuna inanıyordu.

Cansu ile pazartesi sabahı Hacıosman Korusu'na kahvaltıdan önce yürümeye gitmek için yurttan çıktıkları ilk anda Nisan'ın karşısına çıkan kişi Doruk olmuştu. İki gün önce giydikleri üzerinde olan ve tam karşısında dikilen Doruk'u görmezden gelmeyi istese de Cansu'ya dediği şey onu merdivenlerin başında beklemesi isteği oldu. Onun yanlarından uzaklaşmasını izlerken onunla konuşmayı kendisi başlatmak istemese de hesap sorması gereken kişisiydi.

"Burada ne işin var?" deyip ona öfkeyle bakarken onun yüzündeki hüznü de silinmesi muhtemel olmayan bir pişmanlığı da görüyordu. Kötü davranmasına gerek olmasa da daha sonrası için buna ihtiyacı vardı. Ama ona doğru bir adım atmasını görmesinden sonra gördüklerinden daha çok kokusunu duydukları öne geçti. Kendisine atılmış olan adımlara karşılık kendisi gerilerken iki günden beri ne yaptığını da nerede uyuduğunu da merak etmeden duramadı.

"Konuşmak istiyordum. Özür dilemem gereken birkaç konu var."

"Böyle bir konuşma için doğru bir zaman olduğuna inanmıyorum. Genellikle alkol ve sigara kokusundan yanına yaklaşılmayanlar ile ayık olduğuna şüphe duyduklarım konuşmadığım insanlar arasında yer alır."

"Ben sana cumartesi günü buram buram balık kokarken bir şey demedim ama..."

"Savunmanızı yeterli bulmadım." dediğinde yılgınlıkla nefesini verdi. Nisan o an ya da sonrasında onunla konuşacağı bir şey olmadığına inanıyordu. Kendinde görünse de uykusuz ve yorgun iken onunla konuşmak istemiyordu. Evinde gitmesi ve dinlenip kendisine gelmesinden başka bir şey istemediği aklından geçti. Onu kendinden uzak tutmak istediğinden daha çok istediği şey iyi olmasıyken konuşmalarının anlamı da bir yararı da yoktu.

"Kahvaltı edelim mi? Belki parfümle idare edilebilir bir hale gelebilirim."

"Arkadaşım beni bekliyor. Yürüyüş yapacağız."

Doruk'a kendisini bekleyen Cansu'yu gösterirken onun bir an o yöne bakmasının bir an sonrasında kendisine dönmesine şaşırmamıştı. Nisan o anda Doruk'un ilgisini tek çeken şeyin kendi ile konuşmak olmadığını bilirken inadını da göz önünde tutarak bir çare bulması gerektiğini fark etti. İstediğini almadan gitmeyecek bir çocuk gibiydi ve her onu reddedişinde daha çok üzerine gelecek, o gün söylediği şeylerle ilgili olarak karşısına dikilecekti. Onu durdurmanın, en azından normale döndürmenin yolunun bu konuyu konuşup bitirmek olduğunu bilirken konuşmasına izin vermek zorundaydı. O an ona izin vermezse arkadaşıyla geri döndüğünde onu yine aynı yerde bulacak, asla vazgeçmeden konuşmanın yollarını arayacaktı. Ahvalini anlatmak da yetmeyecek ve bir şekilde eskisi gibi olabilmek adına uğraşırken etrafında onu daha fazla görecekken bunun olmamasının tek bir yolu vardı.

"Özür dilerim." Nisan onu dinleyeceğini belli edercesine karşısında dikilirken onunla ne yapacağını bilmiyordu. Tek bir kez birinden hoşlanmış, onun da kendisini sevdiği sanrısına kapılıp hayaller kurmuşken başına gelenlerden sonra aklından bir an birle aşka dair düşünce geçmemişti. Ama kendisi karşısında olanın kalbinden geçen haline gelmişti. Ve kendine yararı olmayanın ona da bir iyiliğinin dokunmayacağını ona bir türlü anlatamamanın azabı içinde ona bakıyordu. Kendine bile anlatamadıkları orada öylece dururken ona da anlatamayacak, arkasına bakmadan kaçıp gitmesini ve onun kendisinden uzaklaşmasını söyleyemeyecekti. "Gece orada tam anlamıyla bir aptal ve korkak gibi davranıp saçmaladım. O adama, senin ardından yaptığı harekete ve sonra otoparkta dediklerine dayanamadım. Kızgındım ama ona yaptığıma, vurduğuma bir an bile pişman değilim. Başka bir yoldan cezasını bulması için yolları bildiğim halde kendime engel olamadım. Ona yaptığım şey yüzünden ceza alsam bile umurumda değil ama sen umursadığım tel şeysin. Dediğim sözlerden, sana kaba davranmamdan sonra beni affet diyemem ama sadece söylemek istedim. Yaptığım ve söylediğim şeyler için özür dilerim."

"Neden yaptığını biliyorum ve tahrik konusundan haberdarım. Önemli değil." derken ona gülümsedi. Adamın berbat biri olduğuna şüphesi yoktu. Restorandakilerin neden onun sakarlığından sonra gece boyu geride tuttuğunu anlamıştı ve Doruk'u anlamakta artık onun için zor değildi. Lakin bunun Doruk'un adamı dövmeye kalkmasının bir an bile aklayamayacağının farkındaydı. Sarf ettiği sözler konusuna gelindiğinde ise bunu düşünmek istemediğinden eminken onları görmezden geldi.

"Benimle kahvaltıya gelecek misin?"

Nisan bir anlık dalgınlığından faydalanıp kendisini kahvaltıya götürmek isteyene asla yetişemeyeceğini biliyordu. Umudu öylesine tükenmezdi ki şansını denemekten bir an bile çekinmiyordu. Düşünmeden, kendinin ne halde olduğunu görmezden gelerek eve gidip dinlenmesi gerektiğini yok sayarak kendisine bir soruyla gelmesine katlanmayı başaramıyordu. Fakat Doruk böyleydi ve Nisan onu kabul etmişti. Sevdiği insanların çevresinde olmayı severdi. Onun kendini düşünerek yaptığı çok az iş varken etrafında olanlar önceliklisi idi. Nisan zamanla kendisinin diğerlerinin önünde olduğunu, onları düşünmenin Doruk için ikinci plana itildiğini keşfetmişti. Görmezden gelmeyi seçse de Doruk asla vazgeçmemiş, Nisan'ı kararından vazgeçirmişti.

"Bence senin kahvaltıdan daha çok duşa ihtiyacın var." Onu ikna etmek istercesine burnunu elleriyle tıkayıp göz devirdiğinde denediği yolu değiştirmişti. Onun iyi olup kendisine gelmesini önemserken onu nasıl ikna edeceğinin farkına varmıştı. İstediğini verme vaadi ile bir süre için dahi olsa onu geri püskürtecekti.

"Hemen halledip seni almaya geri gelebilirim."

"Doruk ciddiyim, bugün git yarın gel. Uykusuz olduğun belli ve dinlenmen kahvaltı etmenden, pardon, benimle kahvaltı etmenden daha önemli görünüyor. Uzun süredir bir şey yemediğine eminim ve böyleyken olmaz."

"Yine beni başından savmaya çalışıyorsun."

Nisan bunu onun söyleyeceğinden emin olarak hamlelerini ve cümlelerini ondan bir an önce hazırlamıştı. Tükenmişlikle bakarken rol yapmıyordu. Onun umudundan o yorulmasa da kendisi yorulmuştu. Kendini bir süre de olsa kurtarıp güç toplayabilmek adına en sevdiği şeyle ona güven verecekti.

"Suçlamanın haksız olduğunu hatırlatmak istiyorum. Gel..."

Nisan kendisine inandığını bildiği Doruk'a sarıldığında alkol ve sigaranın kokusuna dayanmakta zorlansa da görmezden geldi. Bir anlık zorluktan sonra onun kirlenmiş o kokusuna dayandı. Kokusunu bildiği parfümünü kötü kokular arasında duyarken onun asıl kokusu karanlığın içindeki ışık gibiydi. Ancak asıl ışık olanın Doruk olduğundan da şüphe duymuyordu. Ona sarılmak korkularını da yorgunluklarını da alırken hiçbir zaman ondan uzak olmak istemediğini çok sonra anlayacaktı. Anlayana kadar kendine de ona da zulüm edecekti ama masalın sonu güzel bitecekti. Ya da bir zamanlar buna inanmış olsa da havalimanındayken ve gideceğin yerin farkındayken hiçbir şeyden bir an bile emin olamazdı.

Uçuş için çağrı yapılırken sarıldığı Doruk'tan uzaklaşmak Nisan için zor oldu. Onun yüzüne bakarken onu son kez görüyormuş, bir daha onu göremeyip kokusunu duyma şansına erişemeyecekmiş gibi hissediyordu. Kollarını sardığı boynundan çekmesine rağmen elleri hâlâ onun bedeni üzerindeydi. Onun kokusunu duyup gözlerinin içine bakabiliyordu. Başını onun göğsüne yasladığında kalbine denk gelen kulağı onun kalp atışlarını duymasına yetiyordu. Nedensizce ondan uzaklaşmak istemiyordu ama bunu yapması gerektiğini biliyordu. Üç gün içinde onu yeniden göreceğini bilirken, buna hiçbir şeyin engel olmasına izin vermeyecekken korkmamasını kendine hatırlattı. Ne olursa olsun ona dönerdi ve eğer kendisi gelemeyecek halde olursa Doruk dünyanın üzerindeki herkesi karşına alacağını bilse onun yanına gelir, onsuz kalmasına asla ama asla izin vermezdi.

"Sen mi gidiyorsun ben mi gidiyorum anlamadım. Askere gönderirken bana bu kadar sarılmamıştınız Sayın Nisan İlkan."

"O ara her anımı ele geçirdiğin için senden sıkılmıştım. Birkaç ay uzakta olup rahat bir nefes alacak olmam beni fazlasıyla memnun ediyordu." diyebildiğinde böyle bir şey yoktu. O günde de çok üzüldüğünü hatırlıyordu. Sadece onu üzmemek, onun bu zorunlu ayrılıkları yüzünden kendisini kötü hissetmemesi için rol yapmıştı. Fakat bu anda olan kendisi ile ilgili ve kabuslarının nedeniyken kendine hakim olmakta o gün olduğu gibi başarılı olamıyordu. "Hem üzerimde aptalca bir duygusallık var. Her şeye her an ağlayabilirim. Şansına küs seninle ilgili değil."

"Hamilelik hormonları kadıları duygusal yapar derler. Dikkat et hamile olabilirsin."

"Dikkat etmeyip hamile olursam ne olur? Beni boşar mısın?" Her şey aniden onunla konuşmasının içine dahil olmuşken olandan memnun değildi. Bir havalimanında uçuş öncesinde alelacele şekilde onunla bebek hakkında konuşmak istemiyordu. Lakin hiç beklemediği ve istemediği bir şekilde konuşmaları ilerliyordu. Kendisini durdurmuş olsa korktuğu kadar kötü olmayacakken zamanında kendine engel olamamış, ağzını açmaması gerekirken kelimeler kendilerini var etmişti.

"Sanmam. Nikahıma alana kadar ne çektiğimi ben biliyorum. Ki sevgilin olana kadar inim inim inlettiğini de unutmam mümkün değilken benden boşanmana izin verecek kadar aptal değilim. Ama seni gördüğümde aptala döndüğüm biliyor." Nisan Doruk'a gülmeden edemezken gitmesi gerektiğini biliyor, çağrıları duyuyordu. Buna rağmen o an asla bitmesin ve orada kalsınlar istemekten de kendini alamıyordu. "Yine de bebek ihtimali gerçek olur da bebeği senden daha çok seversem karışmam. Sonuçta sana benzeyecek küçük bir bebekten bahsediyoruz"

"Benden çok seversen seni ben boşarım."

Nisan Doruk'un bir bebekleri olsa bile onu kendisinden daha çok sevmesinin imkanı olmadığını düşünerek güldü. Bebeklerini severdi, bir insanın çocuğunu sevebileceği en üst düzeyde çocuklarını severdi ama onun için her zaman öncelik yine ve yeniden kendisi olurdu. Ne yaparsa yapsın aldırmamış, onu sevmeye devam etmiş, hiçbir anda umudunu yitirmemiş iken gelecek bir bebeğin, onlara ait bir bebeğin hiçbir şeyi kolay kolay değiştiremeyeceği ortadaydı. Her ne kadar Nisan da Doruk da inkar etmesine rağmen Doruk'un ilk bebeği Nisan idi. Ona yeniden güvenmeyi, aşkı, teslim olmayı ve hayal kurmayı öğretmişti. Bebek adımlarını atmasını sağlayan, yürürken ellerinden tutan ve koştuğunu görmeye başladığında kendisi için olabilecek en muazzam şeyden daha çok sevinen Doruk idi. Onlar çok uzun süre önce arkadaşlıktan, sevgili olmaktan ve evlilikten daha sıkı bağlarla bağlanmışlardı. Değişmesi asla mümkün olmayan bir aynılığın içinde hem kendileri hem bir olmuşlardı.

Uçak için son çağrı yapılırken Nisan Doruk'a son kez sarıldı. Bu kez korkmadan ve kötü bir şey olacağını düşünmeden ona sarılıp kendi kendine geri geleceğine dair bir söz verdi. Ne olursa olsun ayakta kalıp ona dönecekti. Ona söylemesi gerekeni geriye döndüğü gün söyleyecek ve her şeyin her zaman olduğu gibi devam etmesini sağlayıp geride bıraktıklarını bir kez daha unutacaktı. Hatırlanması acıdan başka bir şeyi geri getirmeyenlerle ilk ve son kez yüzleşecekti. Sadece bir kasabaya gidecekti ve çok eski küçük bir kasaba ona asla zarar veremezdi. Kendi kendine zarar verse de kendinden daha çok ona zarar verecek kimse bulunmasa da Nisan İlkan'a hiçbir şey yapmayı bir an başaramazdı. Gizem'e hayatının en kötü zamanlarını yaşatıp bir insanın yaşayacağı en büyük kötülüğü yapmış olsa da Nisan'a asla elini süremezdi.

Doruk'a birkaç ardını dönüp bakmasından sonra onu ardında bıraktığında kendisinin güçlü olduğunu kendine hatırlattı. Çıktığı cehennemden sonra toparlanması bile uzun yıllar sürecekken o bir yılın ardından üniversiteye başlamış, insanlarla kırılgan da olsa bağ kurmayı başarmıştı. Kırılganlıkları yavaş yavaş kendilerini korumayı öğrenirken o hayal etmediği ama hayal edebilmesi gereken bir hayata sahip olmuştu. Korktuğu her şey ve herkes onun hayatından atılmıştı. Kendisine ağır gelen tüm yüklerinden bir günde olmasa da en sonunda kurtulmuştu. Yapacağı tek bir şey kalmıştı. Oraya gidip orada ne olduğunu görecekti. Kendisi için olduğu kadar ve belki de kendisinden daha çok başka biri için oraya gidip olanlarla yüzleşecekti. O kıza kendisi yardım edemese bile birilerinin yardım etmesini sağlayacaktı. Ki kendi sağlığı ve akli dengesi için olan her neyse içinde olmaması daha mühimken durması gereken yeri de gayret etmesine ihtiyaç olan yeri de asla karıştırmayacaktı.

Hostesin gösterdiği yere oturup ona teşekkür ettiğinde kızın yüzündeki tebessümden hoşlandığını fark etti. Yüzünde tanıdık bir ifade varken onu bir yerlerden tanıdığına dair tuhaf bir hisse kapıldı. İsimliğine istemsizce baktığında gördüğü isim daha fazla tanıdıktı. Büşra isminde tanıdığı birkaç kişi olduğunu bilse de herbirinin yeni hayatı esnasında tanıştıkları olduğunu fark ederken kabin memuru olan Büşra'nın başka bir hayattan olduğunu anladı. Unutmayı seçtiği bir zamanda, lise yıllarında onunla aynı lisede ve sınıfta olduğunu anımsarken yakın olduklarını biliyordu. Birbirlerini çoktan unutmuş olsalar da tanışıyorlardı. Ve bu tuhaf tesadüf düşüncelerini daha da karmaşık hale getiriyordu. Yıllar sonra eve dönmeye cesaret edip kendisinden istenen yardım için gözünü karartırken unuttuğu, unutmayı seçtiği yıllardaki biri ile karşılaşmak hiç düşünmediği bir şeydi. Fakat gideceği yerde bundan daha fazlası olduğunu, unuttuğu ve hatırlamaktan hoşlanmayacağı pek çok insanla karşılaşacağını kabullendi. Yerine oturup kemerini bağlarken olabilecekleri ve karşılaşabileceği insanların kim olacağı ihtimalini kabullenip bu fikre alışmaktan başka çaresi yoktu.

Gelmeyen yolcu yüzünden kalkışın gecikmesi devam ederken kimin bir uçak dolusu insanı beklettiğini bilmek istedi. Kemeri alelacele taktığı için pişman olup onu bir an sonra çözdüğünde bebeğin ne durumda olduğunu merak etti. Uçaklardan korkmasına dair hiçbir şey düşünmese de kemerin onu sıkıp sıkmayacağını bilmeyi isterdi. İçeride olduğunu bilirken tüm düşünceleri ve davranışları ona göre şekillenmeye başlayıp onu koruma içgüdüsü zihnini ele geçiriyordu. Kendi annesinin aksine o bebeğini koruma isteğine onu öğrenir öğrenmez sahip olurken neden annesinin kendisini görmezden geldiğini düşündü. Onun için bir anlam ifade etmezken geride bırakılmış olan olmak ona yıllarca eziyet etmişti. Ki sonrasında olanlardan bile daha çok canını yakanın bir an bile düşünülmeden annesi tarafından bir başına bırakılması olduğuna emindi. Ama annesinin onu bırakırken bir an bile canı yanmamış, kızının canı yanması için öylece çekip gitmişti. Nisan onu asla affetmeyeceğini biliyordu ve onun gibi olmamaya da yemin etmişti. O ne olursa olsun her şeyden önce bebeğini koruyacak, onun için her şeyi yapacak ve asla onun hayatını güvenmediği bir insanın ellerine bırakıp hayatının elinden kaymasına neden olmayacaktı.