Melek olmak isterdim doktor. Birer melek olmadıkları halde beni yapan anne ve babama kırgınım bu yüzden.

Annem Gökçe ve babam Ayhan birbirlerini severek evlenmişler. Evliliklerinin beşinci yılında annem bana hamile kalmış. O dönem maddi açıdan zor günler geçiren anne ve babam başlarda benden kurtulmayı planlamışlar. Daha sonra annem yüreğinde benim sesimi duymuş olacak ki babamı ikna edip bu plandan vazgeçirmiş. Babam doğumumda açacağım masraflara hazırlık yapmak için ek işler aramış. O dönem oturduğumuz apartmanda kapıcı olarak çalışıyordu. Oturduğumuz semtteki çevre apartmanların da kapıcılığını üstlenip para biriktirmeye başlamış. Her sabah üç apartmanın sabah servisi, öğlen sipariş servisi, akşam çöp toplama ve gece temizliği… Bu rutin, insanı hem psikolojik hem de fiziken zedeleyen bir durumdur. Babam bu rutini bitirdiğinde yorgunluğunu annemin dizlerinde yatıp annemin babamın başını okşamasıyla aştığını söylerdi. O yoklukta vakit buldukça annem benim için hazırlık yaparmış. Benim için ikinci elden taksitle yeşil renkte bir beşik almış. Ama ne yazık ki o beşikte beni uyurken hiç göremedi. Beş mayıs sabahı dünyaya geldiğimde doğum esnasında annem vefat etti. Babam zaten başta beni istemezken artık benimle bir başınaydı. Ancak beni ilk kez kucağına aldığında anneme olan benzerliğimi fark ettiğini söylemişti. Doğumuma nahif bir gönderme yaparak adımı Cansın koymuş. İşte adımın öyküsü bu şekilde doktor.”

Ben bunları anlatırken doktorun yüz ifadesi Mona Lisa tablosu gibi yarı güler yarı ağlar şekildeydi. “Babam henüz bir baba olmayı bilmediği halde hem anne hem de baba olmayı aynı anda öğrenmek zorunda kaldı. Bunu yaparken büyük hatalar yaptı. Çok kez çalışmaktan benimle ilgilenecek fırsat bulamadı. Ama bunu hiçbir zaman bir problem olarak görmedim. Babam hatalar yapsa da benim ilk arkadaşımdı.” dedim. Biraz soluklanmak için hikâyeme kısa bir ara vermem gerekti. Bu sırada doktordan bir sigara içmek için izin istedim. Başta bana olumsuz yanıt verdi ancak “Bu seanslar benim hayattan kaçma saatlerim, bu oda benim özerk alanım. Sizce de bir sigara içmek için bu bana bir fırsat vermiyor mu?” deyince olumlar şekilde başını salladı ve ben de paketimin içerisindeki son sigarama baktım. İçimden istemsiz son sigarayı aldıktan sonraki boş pakete daldım. Acaba bunların hepsi paketteki son sigarayı aldıktan sonra boş paketi küllük olarak kullandığım için mi oldu diye düşündüm. Bu alışkanlığımdan ödün verip sigaramı yakarak hikayeme kaldığım yerden devam ettim.

“Çocukluk dönemimde babama apartman işlerinde yardım ederdim. Bunları bir oyun olarak görürdüm, bu yüzden hiç hicap duymadım. Ama bir zaman sonra sınıf farklılığı denen şeyi öğrendim. Tabii bunu sınıf farklılığı adıyla tanımadım. Zenginler ve fakirler olarak ayırt ettim. Apartmanda oturan zenginler çocuklarıyla oynamama izin vermezdi. Çünkü çok para verdikleri oyuncakları kıracağımı düşünürlerdi. Sakın yanlış anlama, ben de meraklısı değildim. Yalnız farklı gelirlerdi. Sanki bir dokunmayla öleceklermiş gibi. Küçükken ben duvardan kuma atlardım. Hiçbir şeyin beni öldüremeyeceğini düşünürdüm. En fazla hastalanır, ateşim çıkardı sonra tekrar iyileşirim sanıyordum. Bu yüzden tehlikeli oyunlar eğlenceli gelirdi. O dönem yine bir duvar bulup kuma atlarken zenginlerin çocuklarından biri beni gördü. Çocuk bana öyle bakıyordu ki sanki ilk defa bir çocuk görmüş gibiydi. Elinde yeşil renkte kocaman bir kumandalı araba vardı. Saçları altın sarısıydı ve güneş ışığı altında parlıyordu. Benim bayramda bile giyemediğim kıyafetleri o gündelik kıyafet olarak giyinmişti.

Beni görünce önce elindeki kumandalı arabaya baktı sonra bana baktı. Ardından tekrar arabaya ve yine bana baktı. Sonra yanıma geldi ve beraber oynamayı teklif etti. İçimden teklifini kabul etmek geçiyordu ancak sert bir çıkış yaparak çocuğu reddettim. Israrlarına devam ederek “Bak bir oyuncağın bile yok, benim arabamla oynayabiliriz.” dedi. Çocuk aklıyla bu söze gücendim. Bana bir kumandalı araba almadığı için babama kırgınım bu yüzden. Ben de altta kalmamak için bir elimle boyumun neredeyse iki katı olan duvarı göstererek “Bak işte bu da benim oyuncağım. Hem senin oyuncağından da büyük.” deyince çocuk bozuldu. Fakir olduğum halde onu ezmemi yediremediği için duvarımı işgale kalkıştı.

Arabasını hışımla yere attıktan sonra çıktığım duvara tırmandı. Ben duvardan atlama işini sorunsuz yaparken gerizekalı çocuk ilk atlayışında kolunu kırdı. Tam bir kaos anıydı. Donup kalmıştım resmen. Çocuğun bağırışlarına bütün apartman aşağı indi. Gördükleri manzaraysa üstü başı kir içinde olan bir yerde acılar içinde kıvranan iki çocuk ve paramparça olmuş bir oyuncak arabaydı. Olay sanki onun oyuncağıyla oynatmadığı için kavga çıkarmışım gibi lanse edildi. Oysa hiçbir suçum yoktu. Çocuğa elimi bile sürmemiştim.

Babam geldi, o kalabalığı yarıp bağırış ve telaşın içerisinden geçti. İşte geldi, beni bu durumdan kurtaracak diye iç geçirirken attığı tokatla yere kapaklandım. Bir hafta boyunca ev cezası aldım. Babam hiç dışarı çıkmama izin vermedi. Üstelik hiç dinlemediği halde…

Okul benim için çok farklı bir yerdi. Orada giydiğimiz üniformalarla kim zengin kim fakir ayırt edilemiyordu. Bir sınıf ayrımı yoktu ve herkes eşitti. Bu yüzden hep okulda kalmak isterdim. Okulda pek çok arkadaşım vardı ama bu kişilerle okul dışında görüşmedim. Çünkü o zaman üniformalar çıkar ve sistem bozulurdu.

Okuyabildiğim yere kadar okuma kararı aldım. İlkokuldan liseye, liseden üniversiteye kadar okudum. Bir üniversite kazansam her şey istediğim gibi olur sanıyordum. Ankara Hacettepe Üniversitesi felsefe bölümünü kazandım. Hayatımda aldığım en doğru kararlar sıralamasında beşinci sıradadır. At gözlüğümü atıp geniş çerçevede düşünmemi sağladı.

Öğrenim hayatım boyunca hep aktif biriydim. Ancak başladığım bir işi ortasında sıkılıp yarım bırakmak gibi bir huyum var. Gitar eğitimi aldım, yarısında öğreneceğimi öğrendim deyip yarım bıraktım; tiyatro, resim kulüpleri gezip durdum ama hiçbirinde dikiş tutturamadım.

Bir yere aittim, bir şeye mutlaka yeteneğim vardı ancak henüz keşfedememiştim. Tanrı beni öyle alelade ve basit bir şekilde yaratmış olamazdı. Sanatçıların diğer insanlardan farkı ait oldukları yeri keşfetmiş olmalarıdır. Daha sonra öyle güzel, ezbere, spontane şekilde konuşuyordum ki adına şiir dediler. Ben de ait olduğum yerin burası olduğunu anladım. Edebiyata yeteneğim varmış meğer. Üniversite yaşantımda içimde uyuyan cevheri harekete geçirmek için uğraştım. Birkaç kısa hikaye, bir dolu şiirim oldu. Daha sonra bir roman yazmak için gerekli sabrım olduğunu hissedince bir roman yazmaya karar verdim. Bu romanın konu fikri bir gece sabaha karşı geldi aklıma. O ana dek hiç düşünmediğim ve aklıma gelmeyen roman konusu birden zihnime düştü. Sanki biri kulağıma fısıldamış gibi.”

Bunları anlatırken doktorum yine önündeki kağıda birkaç not aldı. Sözümü kestiğinin farkına vardı mı yoksa başından beri beni hiç dinlemiyor muydu bilmiyordum ama şimdi anlattıklarımı bu anları tekrar yaşıyormuş gibi hissediyordum.

Hikayemi bu kısımda kesmemin sebebi bir şeyler anlatmaktan daha çok ilgimi çeken bir olayın gerçekleşmesiydi. Gözüm kliniğin arka penceresine ilişti. Pencereden dışarı baktığımda beyaz renkte çitlerle çevrili ufak bir arka bahçe ve bahçenin dışında kalan bir ara sokak görüyordum. İkindi vaktini biraz geçmişti. Güneş dünyaya darılmış gibi kendini bulutlar ardına gizliyordu. Bu havalar beni çok bunaltırdı oysa. Doktorum artık bir şeyler anlatmadığımı fark edince başını not aldığı kağıttan kaldırıp yüzüme baktı. Susmaya devam ettim. Dışarıyı izlemeye devam ettim. Doktorum boğuk ve anlamadığım bir dilden bir şeyler söyledi. Aldırmadım. Dışarıyı izledim. Daha sonra başladı. Yağmur… Heyecanla doktoruma baktım “Doktor! Görüyor musun? Dışarıda yağmur yağıyor.” diye haykırdım. İçimde bir çocuk heyecanı vardı. Doktorum aynı boğuk ve anlamadığım bir dilden konuşmaya devam etti. Aldırmadım. Ayaklanıp kapıya yöneldim. Hızlı adımlarla klinikten dışarı attım kendimi. Yağmur önce saçlarıma düştü, ardından beynime işledi. Kollarım kendimden bağımsız yükselmeye başladı. Ayaklarım hafifledi, buna karşın göz kapaklarım ağırlaştı. Tanrı yağmur bulutları arasından bana bakıyor olmalıydı. Şu an kendimi çok saf ve temiz hissediyordum. Ruhum arınıyordu. Cennet görünüyordu.