Mehpare Hanım,


Gönderdiğiniz defter ve üzerine iliştirdiğiniz notunuz bu sabah elime geçti. Ne kıymetli bir not ve ne ağır bir hediye bana bu verdikleriniz. Heyecandan mı yoksa ne yapacağımı bilememezlikten mi titriyor ellerim bilmiyorum, içimde bir şeyler var ve kendime hakim olamıyorum sanki. Kusura bakmayın yazım biraz kötü. Ellerimin titreyişini durdurmak için kalemi ne kadar sert tutarsam tutayım yine de kontrol edemiyorum onu, ben miyim bunları yazan yoksa bu kalem -ah bu kalem- kendisi mi çiziyor tüm bu harfleri inanın emin olamıyorum. Peki, kalemden vazgeçeyim ama ya ellerim? Ellerime öyle sert komutlar veriyor ve şuncacık kağıda öyle çok baskı uyguluyorum ki… Yine de değişen bir şey yok, ellerim de tuttuğum şu kalemi onlara verdiğim sakin olun telkinlerinden daha çok sevmiş gibiler. Bu yüzden ancak bu korkunç ve yalnızca kağıdın üzerine kondurulmuş anlamsız çizgileri andıran yazıyı okuyabilmenizi ummaktan başka yapabilecek bir şeyim yok. Yine de ummak derken bile heyecanlanıyorum, bilseniz nasıl gülüyorum şu an bunları yazarken. Gönderdiğiniz postayı kimseye sezdirmeden almak benim için epey güç oldu, eve girerken kabanımın içine sakladım, sonra da kimseye sezdirmeden yatağımın altına koydum. Ancak şimdi, yanımda bir mum yanarken yazabiliyorum, saat kaç bilmiyorum ama dışarıda bir tek ay ışığı var bir de herkes uyurken etrafa yayılan o sessizlik. Siz yalnız yaşayan bir kadınsınız, gecenin çökmesiyle beraber gelen o sessizliği biliyor musunuz? Belki de sizin için her zaman etrafta böylesi bir sessizlik vardır. Ama bence, yani yine de insan ne kadar yalnız yaşarsa yaşasın, nasıl bir sessizliğin içinde olursa olsun gecenin muhakkak başka bir sessizliği vardır. Tabii ben hiç yalnız yaşamadım, biliyorsunuz bizim ev çok kalabalık ve her zaman gürültülü, sadece akşam olup herkes yatağına yatınca sessizlik denilen şu güzelliğin keyfini sürebiliyorum. Belki de bu yüzden gecenin başka bir sessizliği olduğuna inanıyorum, kim bilir? Neyse, bunları yazarak gözlerinizi boşa yormuyorum ya? Bana düşündüğüm her şeyi yazmamı istediğinizi söylemişsiniz. Mehpare Hanım, düşünmek bazen… Bilmem ki ne demeli, bazen beni öyle çok zorluyor ve yoruyor ki inanın o zamanlarda tıpkı kardeşlerim gibi etrafta başıboş gezen, düşünmenin ne demek olduğunu bile düşünmeyen biri olsaydım diyorum. Biliyorsunuz onlara çok kızarım, insanın bu hayatta muhakkak bir amacı olması lazım değil mi? Muhakkak. Fakat onlar bundan o kadar uzaklar ki, bu halleriyle sabahları uyanmayı neden gerekli görüyorlar anlamıyorum. Yani ne için? İnsan gerçekten önünde uzanan uçsuz bucaksız bir boşluğa gözlerini açabilir mi, hem de hevesle! Sabahları uyanmak onlar için, daha doğrusu yani… Yaşamak, evet yaşamak onlar için bomboş bir iş değil mi? Böyleyken nasıl uyanıyorlar, bir boşluk için neden bu kadar heyecanlılar anlamıyorum. Ama biliyor musunuz bazen düşünüyorum da, belki de asıl mutluluk onların hayatlarında gizli, benimkisinde değil. Baksanıza, onlar şimdi yataklarında gevşemiş bir halde uyurken hatta belki rüyalarında kim bilir neler görürken ben başucumdaki mumun izin verdiği kadarıyla bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Daha da kötüsü yanımdaki camdan vuran ay ışığında bile bir mana arıyorum galiba; bir ritim, bir ses, elimden tutup bana dokunan bir şeyler, içimde bir yerlere dokunan. Kötü dedim bu hale kusura bakmayın, siz olsaydınız gözleriniz parlayarak bakardınız ağzımdan çıkan cümlelere fakat işte ben bazen tüm bunları söylerken ve yazarken iyi hissetmiyorum, inanın. Yine de belki de siz haklısınız, kardeşlerim konusunda yani. Kimse onların elinden tutup bir yola çekmedi, demedi ki bakın etrafınızda dönüp duran bu dünyanın gittiği bir yer olmalı, görmeniz gereken bir şeyler, hissetmeniz gereken bazı sesler olmalı. Ama biliyor musunuz, bana da kimse demedi. Bizi birbirimizden ayıran şey ne bilmiyorum, daha doğrusu beni ailemin her birinden bunca ayırıp bu kadar başkalaştıran, bu kadar uzağa iten şey ne? Düşünmek mi? Komik geliyor bu bana, dünyada düşünen tek insan ben olamam herhalde öyle değil mi? 


Mehpare Hanım, inanın bazen kafamda konuşan bu seslerle ne yapacağımı bilmiyorum, üstelik çoğu zaman kim olduklarını da anlamıyorum. Kim bunlar Allah aşkına! Bazen ben gibiler, bazen o kadar benler ki anlayabiliyorum ne dediklerini, ne hissettiklerini. Ama bazen çok başkalar, bana büsbütün yabancılar. Ne ne söylediklerini anlayabiliyorum ne de ne hissettiklerini, kafamda dönüp duran kuru bir gürültüden ileri gitmiyorlar. Ha bir teneke alıp kulağımın dibinde dövmüşüm ha oturup bu sesleri, kafamın içindeki bunca yabancının bu anlamsız kavgalarını dinleyip durmuşum, ne fark var? Tek fark şu, bir tenekeyi saatlerce hatta biliyor musunuz gerekirse günlerce bile dinleseydim daha az yorulurdum. Hiç olmazsa o tenekeden çıkanın gerçekten boş, bomboş bir ses olduğuna adım kadar eminim ama kafamın içindeki sesler öyle mi? Ben onlara boş diyorum ama dedim diye büsbütün boş olmuyorlar ya. Fakat keşke olsalar. Böylece ben de onları dinlememeye gayret ettiğim zamanlarda vicdanımda bu ağırlığı hissetmez, bir de onun acısıyla yorulmazdım. Bu hayatta en fena şey ruh yorgunluğu. Beni, yani bedenimi, insanın aklına gelen gelmeyen her şeyde çalıştırsalardı da gecenin bir yarısı ay ışığının altında kendimi sorgulamama müsaade etmeselerdi, işte o zaman gerçekten mutlu olurdum. 


Bana hayallerin çok kıymetli, vazgeçme demişsiniz. Nasıl olacak o? Ah şimdi keşke karşımda olsaydınız da sorduğum sorulara hemen cevap alabilseydim. Burada size yazdığım tüm bu soruları her gün, her saniye o kadar çok soruyorum ki kendime… İlk zamanlar daha kolaydı, sorularıma verecek farklı farklı cevaplarım vardı, farklı çözümler, farklı deyişler, aklıma gelen her cümleye sevdiğim bir kitaptan alıntı yapabiliyordum. Ama zihnimdeki zenginliği kaybettim artık. İnanır mısınız buna? Ne zaman size umutsuz bir şeyler söylesem yüzünüzde yıllanmış bir tebessüm oluyor, doğrusu o tebessümünüzün bana ne denli bir cesaret verdiğini inkar edemem ama galiba bu sefer farklı. Bu sefer kendimi bir sızlanışın içinde değil de bir anlayışın içinde hissediyorum. Zihnimdeki zenginliği kaybettim derken mesela, ne ağlamaklıyım ne de içimde dehşetli bir şimdi ne olacak hali var, baksanıza ellerimin titreyişi bile geçti bundan bahsederken, yazım artık inci gibi özenli, dümdüz akıp gidiyor kağıtta, öyle sakinim ki. İnsan cümlelerini kaybetti diye bu kadar dinginleşir mi, herhalde onları elimden alınmış ve artık kaybedilmiş bir şey olarak değil de kendi istekleriyle giden hür birer varlık olarak görüyorum diye. Bu elvedayı yapabildiğim için ben de kabullenmesini bilen olgun bir kimse mi sayılırım, yoksa sadece çaresiz mi? Gördünüz mü, artık cevap veremiyorum kendime, kafamda sadece sorular var. Hiçbiri bir diğerini desteklemeyen, boyuna çelişkili, yıpratıcı, yorucu sorular! Neredeyse bir kağıdın karşısına geçeceğim ve ben kimim diye soracağım. Mehpare Hanım, bana hayallerin çok kıymetli diyorsunuz ama sanırım ben artık kim olduğumu bile bilmiyorum. İnsan kendini bilmezse hayalini nasıl bilir? Herhalde şimdi bir de oturup onları sorgulamaya başladım mı büsbütün kalırım bu karmaşanın içinde. Bana bir kitap gönderin ne olur. Gönderin ki belki biraz nefes alabilirim böylece. Düşünmek insanı yorsa da okumak öyle değil. Aslında biliyorum insanı düşünmenin bu eşiğine getiren şey de okumak fakat okumazsam delirecek gibi oluyorum, başka türlü bu kaosun içinde nasıl biraz olsun sakinleşebilirim bilmiyorum inanın. Gittikçe bilmediğim şeylerin sayısı artıyor, artık bana öyle geliyor ki neyi bilmediğimi bile bilmiyorum. Yıpranıyor muyum yoksa sizin de dediğiniz gibi hayatı daha yeni mi yaşamaya başlıyorum, evet, bunu da bilmiyorum. Ama herhalde öğreneceğim. 


Mehpare Hanım, bana bu defteri göndererek hayatımda bambaşka bir kapı açtınız, henüz tecrübe etmedim bunu ama hissediyorum öyle olacak. Sanki biraz zaman geçtikten sonra şöyle diyeceğim, hayatım bir deftere sahip olmadan önceki halim ve olduktan sonraki halim diye ikiye ayrılıyor. Kafamda dönüp duran tüm bu çelişkilerle mücadele etmeyi bir de yazarak deneyeceğim. Bilmem bu bana bir çözüm sunacak mı ama yine de kendimle konuşurken kalemle de olsa bir ses çıkartmak bana iyi gelecek, biliyorum. Belki de hissediyorum. Kim olduklarını bile bilmediğim bunca konuşan kişiye bir ses veriyorum işte şimdi; daha rahat konuşsunlar, konuşsunlar ki çıkıp gitsinler zihnimden. İşte bir alan sunuyorum onlara, boş satırlarca dolu bir defter ve kelimeler! Bundan ala yer mi var? Eğer kafamda konuşup duran bu kimseler biraz olsun bile benseler, bundan memnun olacaklar ve bana hiç olmazsa bir nefeslik yaşama alanı verecekler. Umarım Mehpare Hanım. Tüm kalbimle biraz nefes alabilmeyi umuyorum, belki böylece zihnimden bedenime yayılan şu korkunç yorgunluktan da kurtulurum.


Size ne kadar teşekkür etsem az, ne olur beni bu cevapsız çelişkilerle tek başıma bırakmayın. Bir kitaba ve bana ses, belki yol olacak düşüncelerinize öyle çok ihtiyacım var ki. Yaşamakla, düşünmekle, hissetmekle olgunlaşmış düşüncelerinize, belki de büyük acılar çekerek ulaştığınız fikirlerinize ve desteğinize ihtiyacım var. Yaşam denilen kelimeyi ve dahası onun gerçekliğini yeni tanımaya başladığım bugünlerde ne olur ellerimden tutun.

En içten sevgi ve saygılarımla.