3
Bir hafta boyunca eve gittiği her gece, kızı gördüğü kayalıkların müdavimi oldu delikanlı. Tamamen istem dışı bir şekilde yapıyordu bunu. Ama düşündüğü tek şey kızı bir kere daha görüp iyi olduğunu bilmekti.
Haftanın bir günü, ona sunulmuş olan tatil gününü, merkezi bir yere kurulmuş olan açık hava kafeteryada geçirirdi. Yine bu tatil günlerinin birinde bir kızla göz göze geldi. Şaşırdı. Çünkü üzerindeki giysinin sadece erkeklere has üretildiğini sanıyordu. Bu yüzden kimin yanlış giyindiğini tahmin etmeye çalışarak bakıştı tanımadığı o kızla.
Karşılıklı bir gülümseyiş seremonisi yaşansa da bu durum delikanlıya komik değil aksine utanç verici gelmişti. Ancak bunu yansıtması gereksiz bir detay olarak kalabilirdi oturdukları tahta taburelerde. Kahvesiyle öpüştü çocuk (Yüzü ekşidi.) birkaç saniye sonra da kahvesini sigarasıyla aldattı. Bu esnada gözü tam karşısında duran kızı küçük bir ziyarete çıktı. Kız, sebepsizce gökyüzüne bakıyordu. Semada ne bir bulut ne bir kuş ne de bakmayı gerektirecek bir ayrıntı vardı. Çocuk merak edip kafasını yukarı kaldırdığında boşluğa bir anlam yüklemeye çalışıyordu fakat zihni gökyüzünü boyamaya yetecek kadar sanatkar değildi. Bir kıkırdama sesi bakışlarını indirmesi içi komut verdi çocuğa.
Ne görsün? Kızın bakışlarının hedefi hâline gelmeyi başarmış(!) ve şirin bir hâl almıştı durum.
“Güzel değil mi?” diye sordu kız.
Sesi, avını yakalamış ve kaçamayacağından fazlasıyla emin bir avcıyı andırıyordu. Alaycı ama biraz samimi.
“Yani… (Elini soru işareti edasıyla kaldırarak) gökyüzü işte.”
Ne olacaktı başka? Gökyüzü işte.
“Yalnızsın sanırım?”
Ses tonu çoktan masaya oturmuş ve çocukla tanışmış gibiydi.
“A… Evet… Yani yalnızım… S… Sen… Yani yalnız mısın?”
Niyeti sadece konuşmak için konuşmaktı. Ya da güzel ve alımlı bir kızı etkilemek adına hiçbir şey bilmiyordu.
“Tanrı misafirine ne dersin?”
Bu kız ne kadar da kendinden emin veya çok arkadaş canlısı.
“Sana nasıl hitap edebilirim acaba?”
“Dolunay”
Karşısındaki davetkar kızın ilk defa duyduğu bu isim karşısında şaşırmaya imkan bırakmadan yanıtladığı soruyu tıraşlayarak bu sefer Dolunay sordu.
“Sana nasıl hitap edebilirim?”
“Ebru ben.”
Kahvesinden bir yudum aldı Dolunay. (Yüzü ekşidi.)