Yavaş yavaş, içime döküle döküle geçiyorum bir kışı...

Bitti işte kış...

Artık nergislerin ve bademlerin zamanı...

Her şeyden habersiz ve her şeyden sıyrılarak dokunuyor baharlar ağacın dallarına.

Yeşilleniyor... Senin içindeki hüzne ve yıkıma rağmen yeşilleniyor bademler.

Nergisler ne kadar güzel kokuyor...

En son hangi mevsimde bademlerin güzelliğine inanmıştım. En son bir otun yeşerebileceğine. Nergislerin kokusuna.

Ormanların nefesini içime çekip hayatın uçsuz bucaksızlığına...

Şimdi ve şu an yine anda ve yine bir yıkımı kalbime bastırırken, dökülen yerlerim bir bahara tutunmayı istiyor...

Ne tuhaf!

Hem yaşamı hem de ölümü aynı anda ve aynı yerde görmek...

Bir yanın yıkık dökük, bir yanın hayata toparlanırken yeniden...

Ne tuhaf! Sen içinde onca karanlığı yaşarken, baharların gelmesi. Kuşların uçuşu, toprağın yeşermesi...

Ölümle burun buruna, nefes nefese kalırken her an ne tuhaf hayatın bir badem ağacına düşmesi...

Varla yok arasında geçip giden seslerin cızırtısı kalırken, sessizleşirken, yalnızlaşırken tüm evler, ne tuhaf baharların hevesini taşıyan kuşların cıvıltıları...

Ne tuhaf şimdi bir iç çekişi derin derin hissetmek, kaybolmuşlarını anmak, sevgiye dönme isteği, sarılmaya özlem...

Ve yıkılan kelimeler yenilenirken bir cümleyle, yüklemin ve öznenin çelişkisi ne tuhaf...

Ne tuhaf ey hayat!

Ne tuhaf bir bahara, içinde onca ölümle varmak...