Bölüm 3-Bhula Dena


Acı diyor,

bazen bedenimi hiç farketmeden ele geçirip usulca emirler yağdırıyor,

kimi zaman sağnak yağmurda dışarı çıkarıyor,

kimi zaman güneş batmaya yakınken ılık rüzgarda içeri kapatıyor beni, 

kimi zaman üştüyor, kimi zamansa yakıyor,

kimi zaman suskunluğa mahkum ederken kimi zamanda pervasızca konuşturuyor,

kimi zaman bir metroda yapayalnız kaldığımı fısıldarken kimi zaman odanın köşesinde dizlerimi kendime çekmiş otururken kalabalığın sesinden rahatsız olduğunu bas bas bağırıyor.


Ben henüz acıyı çözemedim, insana neler yaptıracağından daha doğrusu yaptırabileceğinden emin değilim. Farkettirmeden seni de öldürür, tüm sevdiklerinde, bazende nedensizce yaşatır, hayata tutunma sebebin olur.


Yaşadığım sürece acıya bir tanım bulamayacağım galiba.


İşte yine buradayım, yazıyorum birkaç şey.


Ayışığı bugün yorgun hissediyorum, aynı zamanda oldukça üzgünüm ama bir sebebi yok. Bana ara sıra geliyor böyle, gözlerim doluyor, ruhum daralıyor. Buna bir isim vermedim henüz, vermeyide düşünmüyorum doğrusu. Ben ve ara ara gelen hüznüm mutluyuz. Bana ölümü hatırlattığı için ona minettarım esasen, bunu nasıl yaptığını henüz bilmiyorum lakin öğrenmek gibi bir amacımda yok zaten. Ondan sonra orkideleri suluyor, güvercinlere her zamanki gibi selam verip, mini mini kızlara bebekler alıyor, küçük oğlanlarla top oynuyorum. Bazı bazı bakkalın önünde oturup mahallenin dedikodusunu yapıyorum, böyle zamanlarda genelde kasap ve berber birde gazoz oluyor yanımda. Gazoz kapaklarını bilerek kaldırımın köşesine bırakıyorum, bir tane ufaklık var, gazoz kapağı bulmak için mahalle mahalle dolaşıyor...


Esasen bir tek ne var biliyor musun Ay ışığı? Özlem, sahi ne can alan ne insanı yerden yere vuran bir iletmiş bu ya hu? Bu illet diyorum, insandan en çokta uykuyu alıyor.


Sevgilerimle.


*


Uzun bir yürüyüşten sonra her zamanki gibi yapay mor salkımlı bankların olduğu yere gelmiştim. Yalancı mor salkımların bugün erkenci bir misafiri daha vardı, aldırış etmeden mor salkımlara selam verip yerime oturdum. Bir müddet sonra arka banktan tuhaf bir mırıldanma sesi gelmeye başladı, dikkatimi ona yönelttim.


"Nerden çıktın karşıma yine


Nasıl bela sevdasın böyle


Gittiğin yerde sonsuza kadar kalmadın, niye?"


"Nerden çıktın karşıma yine


Nasıl bela sevdasın böyle


Gittiğin yerde sonsuza kadar kalmadın, niye?" ayaklarını yere vururken bir yandan da aynı cümleleri tekrarlıyor ve her seferinde acı çektiğini belli eden sesler çıkarıyordu, ağlarken ıslanan yanaklarına yapışan saçları çekmiyor, tırnakları kanasa da sürekli vurduğu banktan elini çekmiyor aksine devam ettiriyordu.


Yavaş yavaş banktan yere düşerken sinir krizi geçirdiğini düşünüyordum, umursamaz davranmak istemesem ve hatta bir ambulans çağırmak istesemde elim telefona gitmemişti, ya bulunduğum yeri doğru tarif edemezsem?


Etrafa göz gezdirdiğim sırada kadının sesi azaldı, omzuları sarsılarak ağlıyorken bir anda durdu, saçlarını kulaklarının arkasına koymaya çalışırken elleri titriyordu, cebinden çıkardığı ilaç paketinden bir hap alıp ağzına attı, su içmeden yutup bir müddet yerde bekledi.


Sakince banka oturuşundan 15 dakika kadar sonra ayaklandığını duydum, yerden kalkıp tekrar banka oturmasıyla konuşmaya başlaması aynı süre zarfı içinde olmuştu


"Ölümü arzuluyorken neden bu kadar korkuyorum? Neden tekrar geldi ki sanki? Oysa cenazesinde bizzat ben vardım, bizzat katili olarak gitmiştim. Neden şimdi tekrar geldi, öldükten birkaç gün sonra yine gelmişti hatta bana sarılıp defalarca kez senin suçun değil demiş beni sakinleştirmişti. Son gelişinde artık kendime gelmemi söyledi, onu unutmamı, hayatıma devam etmemi söyledi. İyi de nasıl edebilirdim ki" hıçkırarak ağlamaya başladığında elimdeki simidi bitirmeye çalışıyordum


"Hayat bana en güzel kabusu gösterdi, oysa daha çok ihtiyacım vardı ona, neden onu aldı ki benden? Niye alırken sebep olarak beni gösterdi sanki? Son gelişinde bana gelmeyeceğini söyledi, bu son kez dedi. Ben bu hayata alışmışken şimdi neden tekrar-" durdu, işaret parmağı ile karşıdaki ağaçlık alanı işaret etti, kış ayında olduğumuz için yaprakları dökülen ağaçlar çırılçıplaktı. 


"Orda.." ağacın yanını gösterdiğinde kafamı çevirdim, kimse yoktu. Dudağımı büzerek kafamı eğdim, ne diye seviyorlar bir insanı bu kadar?


"Bu sefer öldüreceğim onu, bir daha gelmeyecek, o da benim suçlu olduğumu anlayacak, anlayacak işte!" kadın hızla kalkıp hemen yanımızda bulunan ağacın yanına gittiğinde elini cebine koydu.


"Hey!" ayağı kalkmamla birlikte cebinden çıkardığı bıçağı etrafa savurmaya başladı. Korkudan dizlerim titrerken yanıma gelen adama baktım. İkimize doğru hızla koşan kadının elindeki bıçağın karnımın içinde hareket ettiğini hissediyordum, dizlerimin üstüne düştüğümde etrafıma birçok kişi toplanmıştı, kimisi polisi kimisi ambulansı arıyordu. Karnımda hissettiğim ağrı tüm bedenimin yere yığılmasına neden oldu. Az önce yanıma gelen adamın gözünden bir damla yaş süzülürken anımsamaya başladım kim olduğunu.


Biraz geç kaldın,  ya da ben erken gidiyorum sahi doktor bana bu kadar erken öleceğimi söylemedi, doğru ya doktor nerden bilsin? Onu bırakta seni konuşalım, nerelerdeydin, niye şimdi geldin?


Dizlerini kırıp kafamı dizinin üstüne alırken defalarca kez aynı şeyi söylemişti ama ne dediğini anlayamıyordum, etraftaki sesler yükseliyordu, kadının az önceki halinden eser kalmamış sakinleşmişti, boş gözlerini etrafa dikmiş bakıyordu.


Bir müddet sonra kadını ve beni farklı araçlarla götürmeye geldiler. Esasen ikimizde hastaneye gidiyorduk, ikimiz de incinmiş ikimiz de savaşı kaybetmiştik. Yaşam savaşımız belki de tam da bugün son bulacaktı, fakat niyeyse içimde öyle bir his vardı ki yaşayacağız diyordu; yaşayıp hesap soracağız diyordu.


Kim bilir belki de oldukça haklıydı.


*