Ritimlere kapılıyor vücudum. Üzerimdeki ağırlığın ve müziğin ağırlığı ile sarhoş olmuş bedenim, dal gibi sallanıyor kollarında. Ayaklarımın hakimiyeti artık bende değil . Bedenim, kalbim, ruhum, kulağım ve kokum ellerinde şimdi. Yokla beni. Tamamla bedenimi. Yarım kalan parçalarımdan bul beni. Birleştir.

Bilemezdim bu denli kapılacağımı ve yok olacağımı bedeninde. Aklındı beni sana getiren ve bedenindi beni senden götüren. Gitmek sende zordu, kalmaya gücü olmayan bendim ama. Şimdi gözlerim yollarda, geleceğin günü ya da belki de hiç gelmeyeceğin o günü, ölene kadar bekleyeceğim. Müziğim, ruhum ve kokun eşliğinde.

Sen gittikten sonra yakmaz oldum o çok sevdiğin gece lambasını . Ve bilgisayarı artık yere koymuyorum müzik dinlerken çünkü onu sen yapardın. Ben ise sana kızardım bilgisayar hiç yere konur muymuş, diye. Belki de çok sıktım ve belki de bir ben yaratmak istedim sende.

Yanlış yapıyorum şu an. Hatayı yine kendimde arıyorum. İlgisizlikler, kadınlar, vakitli vakitsizlikler...

Bunlar değil miydi hoyratlıklar? Neden insan onca hatası olan birinin hatalarını bu denli kendine yüklemeye kalkışır? Neden bunu kendine ve benliğine yapmaya kalkışır. Bilmemezlik…

 Yenildim ve yine karşındayım. Kasılarak durduğum o duruşu ezip geçtim. Üstelik sevmemekte ısrarcı olduğum sen, Bay küstah, direnişimin sebebi, içimdeki durdurulamaz tutku ve susuzluk. El ele geçtiğimiz yollardan seninle karşılaşma ihtimaliyle bile geçemiyorum şimdi. Ya o gülüşmelerimizin karıştığı çiçek ve kahve kokan o kafe…

Şimdi onlar bir silik hatıra senden bana kalan. Sahi sen hiç gittin mi oraya? Geçtin mi gerçekten o yollardan?