Yaz gelmek üzere. Artık anılarım bile tükendi. Kendime kızıyorum. Beni bırakıp gitmene neden olan her şey, bugün benliğime de zor geliyor. Bugün çok farklıyım Ayten. Bugün çok büyüdüm.
Vurdumduymaz değildim. Hep çok düşündüğüm için gamsız görünüyorum. Oysa kafamın içinde bütün insanlık yaşıyordu. Sadece seni göğsüme yatırdığım zamanlarda tüm dünyayı söküp atıyordum içimden. Bir tek o zaman gediğine oturuyordu, yuvarlanıp duran o taş.
Geçen gün iyi olacak hastaydım diye doktor ayağıma gelmişti. Kafam beni unutacak kadar güzeldi. Barakamın kapısından içeri tek tekmeyle girdi. Doktor tıpkı bana benziyordu. Acıyarak baktı bana. Benim ilacımın üretimi durdurulmuş. Beni kurtaracak ve yaşatacak ilaç artık dünyamızda bulunmuyormuş. Günde üç doz Ayten alsam adam olurmuşum. Ama artık tıpta çare tükenmiş… Ölecekmişim Ayten! Doktor öyle dedi. Çok kısa zaman içinde ölecekmişim sensizlikten. İyi olacak hasta değilmişim ben. Her yol denenmiş. Bu acıyla yaşamaya alışacakmışım. Aslında her şey psikolojikmiş. Kuşlar, köpekler, kediler ve Aytenler sadece bizim hayal ürünümüzmüş.
Doktor haklıydı. Ama beni o da anlamadı. Beni bir tek Olvido anlıyordu. Belki öyle varsayıyorum. Aslında anlaşılmayacak bir şey yok. Ben seni istiyordum. Ben seni istiyordum Ayten. Diğer kadınlara yaptığım şeyleri sana da yapmak istiyordum. Benim için özel olmamanı istiyordum. Sen ise hep seni sevmemi istedin, çok sevince de beni bırakıp gittin. Gittiğin için kızgın değilim. Ama neden geri gelmedin? O kadar gittin ki... Sesin değişti, başkasının oldun, çocukların oldu, soyadın bile değişti.
Seni sevmemeliydim Ayten. Bunu en başında sana söylemiştim. Bunun neden olduğunu geçen hafta anlamış olmalısın. Keşke yanına gelmeseydim. O günden beri, ne eski seni hatırlayabiliyorum, ne de Olvido’yu yeniden çağırabiliyorum. Her şey öldü içimde.
-Ayten’ciğim tüm bunlara ne gerek vardı? isimli mektubumuzu birkaç kez okuyabilse, bir şeyler değişir miydi Olvido? Kadir abiye okuyalım mı mektubu, anlar mı bizi? Artık utanmak yok. Ne kadar saçmaladığımı onlardan görsünler.
"Bak kadir abi eski karıma son mektubum. Okuyayım bir dinle."
Ayten’ciğim içtiğim sigaralar çok ağır. Nefes alırken zorlanıyorum artık. Üstümde bir uyuşukluk var hep. Geçen hafta yanına geldiğim zaman, senin aslında sen olmadığını anlamıştım. Ama bu yetimliğim nasıl dinecekti? Sen bile sen değilsen, ben Ayten’i nerede bulacaktım? Küfürler ettim sana. Hakkım değil miydi? O kadar alıştım ki seni aramaya, seni bulmak bile yüreğimi dindirmedi. Ben bir hastayım Ayten. Tedavim sensin. Ama bir Yıldız Tilbe şarkısında buldum kendimi. Ama evlisin. Yedi yıldır bir umudum vardı. Yok derken bile vardı. İçim girift. Ruhum bin yerinden çivilenmiş sana. Senden çok yokluğuna alışmışım. Benden koparılmış bir parçayı, nasıl başkasına verebilmiş hayat? Sorgulamıyorum Ayten. Artık sana bulaşmadan, ölümü bekleyeceğim.
Bir meyhaneye takılıyordum son zamanlarda. Orada kendimi iyi hissediyordum. Ama nedense yetmiyor hiçbir şey. Olvido’yu bilmiyorsun Ayten. Olvido benim içimde. Sensizliğin şiiriydi o. En yakın arkadaşım oldu sonra. Beni bir tek o anlıyordu. Ama onu da öldürdün.
Mülayim abiyle içmiyoruz artık. Erika abla yoğun bakımda, her an ölebilirmiş. Kırgızistan’ da yaşayan abisine ulaştık. “O orospuyu çöplüğe atın.” dedi. İnsanlar beklentileri karşılayamazsa Aytenciğim, çöplüğe atılmaya layık görünüyor. Tıpkı senin beni çöplüğe attığın gibi.
Bazı kadınlar geliyor evime. Çok içtiğim gecelerde hep böyle oluyor. Onları ağlatıyorum. Ne zaman konuşsam, ne zaman bir soru sorsam, bir kadını ağlatıyorum. Onlar senin gibi değiller. Hayatı anlamak istemiyorlar. Konuşmuyorlar uzun uzun. Birçoğu senden daha güzel. Birçoğu senden daha çok seviyor beni. Ama ben senden istiyorum ne varsa. Onları sevmekten midem bulanıyor. Aklıma sen geliyorsun. Ya bu kadınlar da, başka Hüsnülerin Ayten’iyse? Ya benim seni beklediğim gibi onları da bir erkek bekliyorsa? Her kalp birbirine aynı derece ısınmış olsaydı, her insana bir insan düşseydi, cennete gerek kalmazdı biliyorum. Tanrı’ya neden diye sormuyorum Ayten. Onun işine akıl sır ermez. Ama senin yokluğunu hayra yoramıyorum artık. Yoruldum her şeyi hayra yormaktan. Ama senin övgülerini istiyorum yalnızca. Kaşığı tutuşumu, bardağı duvarda kırışımı ve diğer başka şeylerimi sen övmelisin. Saçlarım çok güzel değil mi? Çok güzel öpüyorum seni. Çok iyiyim değil mi Ayten? Altın gibi bir kalbim var. Ben aslında zekiyim ama çalışkan değilim. Çalışsam yaparım değil mi Ayten? Harikayım değil mi? Böylesini görmedin biliyorum. Çok mu güzel öpüyorum, çok mu güzel bakıyorum, çok mu güzel seviyorum seni? Durmak nedir bilmiyor muyum? Kendimden mi geçiyorum? Bunları nasıl mı yapıyorum? Aşkla yapıyorum Ayten. Yer yüzünde aşkla yaptığım tek şey, tüm tenini tenimde hissetmek. Ayıp şeyler söylüyorum kulağına. Bir araba geçip gidiyor sokaklardan. Sokaklarda hayat var. Kimse bilmiyor, biz evde mutluyuz. Çocukların sesleri geliyor. Sıra bende diyor birisi, bağırarak koşmaya başlıyor. Bir yerlerde bir şeyler kırılıyor. Komşularımız yemek yiyor. Çatal kaşık sesleri, televizyon sesleri, benim sesim, senin sesin… Her şey karışıyor birbirine. Yaşamak orada başlıyor sonra. Kokunla, iniltinle, saçlarınla karışıyorum. Napolyon’u düşünüyorum. Mısır’ın çöllerinde Yavuz’u, sabırla bekleyen Fatih’i, Moğollar Anadolu’ya giriyor gibi oluyorum, sana doyunca. Onlar da böyle hissetmiştir biliyorum. Bu zafere eriş. Biraz sonra tükeniyor Ayten. Hiç olmamışız gibi, yine seni fethetmek isterken buluyorum kendimi. Şimdi dağılmış bir ülke gibiyim.
Ayten’ciğim tüm bunlara ne gerek vardı? Bu hüzne, bu kahroluşa ne gerek vardı? Yoruldum seni seven kendimden…
"Oğlum Hüsnü evli barklı kadın gönderme bu mektubu."
"Son mektup Hüsnü abi."
"Okuyunca ne yapsın istiyorsun oğlum? Gelip kucağına mı atlasın?"
"Sadece anlasın. Sadece ağlasın."
Anlamayacak biliyorum Olvido. Yine de bu son mektubu o adrese göndereceğim. Son mektubum ona göndereceğim ilk mektup olacak. Hiçbir satırına anlam veremeyecek. Belki oturduğu evden taşınmak isteyecek. Belki polise gidecek. Kabul ediyorum her şeyi. Ben böyle yaşayacağım. Hastalığımı kabul ediyorum. İyileşmek istemiyorum. Onun yeni soyadını yazarken mektuba içimdeki son umudun da, bu mektupla öldüğünü biliyorum.
“Ne kadar paran var?”
“Var bir şeyler Kadir abi.”
“Gönderecek misin o mektubu? Emin misin?”
“Evet.”
“İlginç bir adamsın oğlum Hüsnü.”
Boğma rakımı içeceğim. Ayten’e mektubumu yollayacağım. Ciğerlerimi dumanlarla parçalayacağım. Boş bir barakada cesedim bulunana dek yaşayacağım. Annemi ve babamı aramayacağım. Param bittikten sonra dilenmeye başlayacağım. Yalnız kalacağım. Olvido bile olmayacak. Sokaklara düşeceğim. Onlar evlerinde mutlu mesut yaşayacak. Erika abla ölecek, Mülayim abi beni unutacak, Kadir abi param bitince bir daha beni aramayacak. Kaderimi böyle çiziyorum, böyle kabul ediyorum.
Geçen gün doktora gittim. Doktor tıpkı bana benziyordu. Benim ilacımın üretimi durdurulmuş. Beni kurtaracak ve yaşatacak ilaç artık dünyamızda bulunmuyormuş. Günde üç doz Ayten alsam adam olurmuşum. Ama artık tıpta çare tükenmiş… Ölecekmişim Ayten! Doktor öyle dedi. Çok kısa zaman içinde ölecekmişim sensizlikten. Bana benziyordu doktor. Senden başka çarem yokmuş.
Semtimizin karanlığıyla yüz göz olmuşuz. Bütün kaldırım taşlarını tanıyoruz yere bakarak yürüdüğümüzden. Biz yapamadık, olmadı. İçimde benden bile güçlü olan bu buyurgan varoşluğa baş kaldıramıyorum. Bir hayatı böylece hiç ettiğim için, önce Tanrımızdan, sonra bir gün iyileşeceğimizi sanan okuyucularımızdan af diliyorum.
Benim Hüsnü. Ben, beni kimsenin merak etmeyeceği o sessizliğe gidiyorum. Kapıları kilitliyorum. Biliyorum aramayacaklar. Ama artık arasalar bile bulamayacaklar. Benim Hüsnü. Ardımda patlamış sokak lambaları, hiçbir hayata dahil olmamanın acısıyla postaneye yürüyorum. Ağlamıyorum. Bilmiyorlar ne yaparsam yapayım, bu durumumu bilmiyorlar. Ben yapayalnızım.
Hoşça kal Ayten.
Hoşça kal Olvido.