Sonunda anladılar bizi. Sonunda kadrimizi kıymetimizi bildiler. Sonunda oldu. En son meyhanede sızıyorduk Olvido. Ne oldu, nasıl oldu da bizi buraya getirdiler, anlamadım. Bu kadar çabuk yer değiştiğimiz için bizden para istemesinler? Vergiye bağlamasınlar bizi? Sen hiç yerinde durmuyorsun, bu kadar çok yeri böyle beleş göremezsin vergisi yürürlüğe konulmasın. Sizi bekliyorlar Hüsnü Bey. Nuh’un Gemisi’ne binemeyen herkes burada. Işıkları kapattılar. Sizi anons ediyorlar. İşte geliyor. İşte o geliyor! Kalpsiz adam Hüsnü diyorlar. Acılara kendisini teslim eden, bu kadar sıkıntıya rağmen saçları ağarmayan, her şeye rağmen yaşayan, yıllardır midesine sıcak çorba girmeyen o garip adam diyorlar sizin için. Başka ne diyorlar Olvido? Karısı tarafından terk edildi, annesi babası tarafından reddedildi, hayallerinde üç çocuğu öldü, hiçbir yere ait olamadı, kendi hayal gücünde kendisine ıztırabın kralını yaşattı, ona bakın, durumunuza şükredin, diyorlar. Onun gibi olmadığınız için Allah’a şükredin. Bu bir insan değil, bu korkunç bir yaratık. Tüm dünyanın derdi sırtında. Belgeseller izleyip ceylanlar için ağlıyor, açlıktan ölen insanlar yüzünden ağız tadıyla yemek yiyemiyor. Fahişelerden özür diliyor; mezhep, din, dil ayrımını kaldıracağına inanıyor… Şimdi çocukluğunuzdan birkaç fotoğraf gösterildi. Şimdi suratına izmarit basılmış Ayten yengeyle sizin fotoğraflarınız... Meyhanede düşünceli haliniz, kahvehanede ise ağladığınız bir fotoğraf… Küçük ve pis evde, yatak döşek yattığınız bir an… Maalesef meyhane tuvaletinde aynaya bakarak gülümsediğiniz bir fotoğraf da var. Neyse ki işinizi görmüşsünüz, yüzünüzde bir mutluluk… Sen de var mısın Olvido fotoğraflarda? Ben hep omuzunuzda oturuyorum. Anladılar mı Olvido? Tüm bunlar boşuna değilmiş değil mi? Seni de tanıyorlar mı? Seni de kabul ediyorlar mı? Sana pasaport verecekler mi, bir kimliğin olacak mı? Seninle konuşmama artık kimse kızmayacak mı? Kurtuba’ya gidecek miyiz yani? O gemide biz de olup Akdeniz sahillerinde cıbır kızlarda Ayten’i arayacak mıyız? Artık sesimi kısmadan, kınanmadan en yakın arkadaşımla konuşabilecek miyim? Bir tek sizinle konuşacağım her şeye rağmen. Ben sizin aradığınız her şeyim. Hadi bekletmeyin onları, çıkın sahneye anlatın istediklerinizi. Hindistan, Çin, Amerika, Avrupa ne kadar memleket varsa liderleri burada. Dünya Balinaları Koruma Derneği, lezbiyenler için tinder fikriyle köşeyi dönen İranlı girişimci, külah dondurmaların ucuna kulak pamuğu koyarak insanlık tarihinin en büyük icatlarından birini üreten Abraham Gottenboy, ağlayarak kamereya bakan kişisel gelişim uzmanları ve saymakla bitmeyecek kadar şöhret sahibi insan var burada. Türkiye’mize gönderilen bu acı babasını tanımak için can atıyorlar. Sizi incelemek istiyorlar. Korkuyorum Einstein’ın beynine yapılan şeyi sizin de kalbinize yapacaklar diye. Sizin bu kadar çok şey yaşarken hiçbir şey yaşamayan durumunuza şaşacaklar. Size bir koltuk vermişler. Gidin oturun, kurtarıcımız diye haykıran insanları bekletmeyin. Sunucuyla tokalaşın, yerinize oturun, anlatmaya başlayın. Nasıl dayandınız ya da nasıl dayanamadınız, işte beklediğiniz gün. Haklı çıktınız, tüm dünya bize oynanan bir oyundu. Biri bizi gözetliyordu. Biri bizim üzerimizde deneyler yapıyordu. Hadi sahneye! Tüm televizyon kanalları, tıpkı Cumhurbaşkanı konuştuğunda olduğu gibi yalnızca sizi yayınlıyor. Hadi seslenin…

Ey insanoğlu! Benim Hüsnü, merak etmeyin, iyiyim. Sizleri bu dertlerden kurtaracak gücüm var. Kim mutluluktan çok bahsediyorsa o mutlu değildir. Kim sürekli acı çektiğinden yakınıyorsa o insan gerçekten acı çekmiyordur. Benim gibi götler ve acı babaları böyle net konuşurlar. Bizler olmayanı söyleriz. Andığımız şeyleri yaşadığımızı sanırız. Birden konuya balıklama girdim, affedin. İsmim Hüsnü, soyadımı unuttum. Hüsnü Cennettenkovulanoğluları. Böyle bir şey olmalıydı ya da böyleydi işte. Ben Hüsnü Cennettenkovulanoğluları, ilk acı çekmeye yedi yaşında ilkokul öğretmenimden tokat yiyince başladım. O tokadı yiyince ayılmıştım. Meğer kendimi bulmak için o tokatı yemem lazımmış. Bu durum çok hoşuma gitmişti. O tokadı yemek için ödevlerimi yapamaz olmuştum. O korku anı ne muhteşemdi! O ne sert, ne okkalı tokatlardı. Eğer benim gibi bir acı babası yaratmak isteyen öğretmenler varsa çocukların abalak suratlarına şapalaklar atmaktan kendilerini muhafaza etmemeliler.

Ayten’i ilk tanıdığım zaman on iki yaşındaydım. Öyle güzel bir tokat yemiştim ki bu el izinin altında kaldı diğer tokat izleri. Gerçek bir derbeder olmak için ilk aşkınızın sizden nefret etmesini bir şekilde sağlamanız lazım. Onun oturduğu sıraya japon yapıştırıcısını yedirdikten sonra şehvetli elleriyle yüzünüzü bir kedi gibi cırmalamasına izin verin. Çünkü aşk nefrete yakındır. Önce nefret eder, sonra aşık olur. Ama ilk Ayten bana aşık olmamıştı. Neyse ki daha çok Ayten kaybedecektim. Bir büyük acı diğer acıları silip atacaktı.

Size hayatı anlatacağım güzel kardeşlerim. Erika abla, Mülayim abi, Omayra Sanchez’e ve Ayten’e buradan sevgilerimi gönderiyorum. Neyse, dağılmayalım. Ne diyordum? Gerçek acı babaları tutarsız, kararsız ve gevşektir. Seviyorum derken kalpleri ürperir. Çünkü sevmekten korkarlar. Yüzüne biri güldüğü zaman bu yüzün kendisine ne zaman asılacağını düşünür. Kimseyi gerçekten sevmez, bu yüzden kimseyi gerçekten unutamaz. Aytenleri bile sevemez. Çünkü sevgi acıtmaz. Acıtan şey benliktir. Acıtan şey sevdiğiniz şeyi kendinize yamamaktır. Göt göt konuşuyorum ama bizi silkeleyerek bu duruma getirdiler. Güvenmemeyi böyle aşıladılar. Yalnızlığı övdüler, yalnız kalınca ağladılar.

Acı çekmek için bencil ve dünyaya sıkı sıkı bağlı olacaksınız. Her şeyin değiştiği bu evrende hiçbir şey değişmesin isteyeceksiniz. Ölenler olacak, gidenler olacak, sönenler ve bu yolda dönenler olacak. Bunların hiçbirini kabullenmeyeceksiniz. Öncelikle erkek olarak doğmak gibi bir şansa sahipseniz kadınlar yeterince acı verecektir size. Gerçek bir acı babası olacaksınız. Ama kadınlar üzülmesin, bazı kadınların üzdüğü erkekler de gelip sizleri üzecek, böylece ödeşmiş olacaksınız. Hiç olmasa bile erkek evlatlarınız durumu eşitleyerek sizleri acı anası yapacaktır.

Acı her yerde, gözlerinizi açın. Sürekli hareket eden, sürekli kahkaha atan mutlu bombaları yanınızdan uzak tutun. Nerede patlayacakları belli olmaz. Durgun ve düşünceli insanlara yapışın. Onlarla konuşun. Sonra onları da siktir edin. Kendi kafanızın içinde birini bulun. İyi bakın, orada var. Böylece kendinizle konuşmak zorunda kalmazsınız. Kendi içinizde bile yalnız kalamazsınız.

Asla ama asla çocuklarınızı ağlatmayın. Bu, kadim Türk medeniyetinde babadan ve anadan öğrenilen ilk derstir. Ağlarsan şapalağı yersin. Oysa sözüm meclisten içeri, ecnebiler böyle mi? Çocukları doya doya ağlar. Onların bir bok bildiği yok. Bizler doğrusunu yapıyoruz. Erkek adam ağlamaz. Ağlarsan dayak yersin, daha çok ağlarsan daha çok dayak. Çünkü nice dertler var, insan bir ağlasa içinden kayıp gidecek. Ama bizler acı anaları, acı babaları olmak istiyorsak ağlamamalıyız. Ağlarsak geçer. Her acı ağlamakla hafifler. Gözyaşları biter, gözler kör olur, insan ölür. En kötü ihtimal budur.

Gerçek acı sulandıkça ölür. Acıyı yaşayan kalptir, acıyı büyüten ise akıl. Anladınız mı canlarım benim?

 

Asla anı yaşayın diyen alçaklara inanmayın. Şimdi dediğimiz bu anın içinde geçmiş ve gelecek vardır. Taşaklarını taşlarda serinleten o filozoflara itimat edilseydi anı yaşamayı seçen Newton o elmayı mideye indirecekti. Kimi insan geçmişte, kimi insan gelecekte, ben ise hayallerde yaşıyorum. Unutmak yalandır, değişim vardır. Sevgili yeni acı babaları aday adayları! Ne kadar anlatsam, anlatılmamış bir şeyler kalacak biliyorum. Beklemek umut barındırır. Umutsuz beklemek aklı aşındırır. Umutlanmak ise… Bu en kötüsü.  Artık beklemeyelim Hüsnü Bey, beklemeyelim. Aklım beklemiyor Olvido, dilim beklemiyor, yalnızca kalbim bekliyor. Ben umut etmiyorum zaten. Umutsuz bekliyorum, gelmeyeceklerini bilerek bekliyorum, olmayacağını bilerek bekliyorum. Bu beklemek değil, bu kendine eziyet etmek. Gelmesinler zaten, bana acımasınlar, duvarlarımı ördüm çoktan, onları bulmak istemiyorum. Onlar beni arasınlar ister miydim? Biliyorum, aramazlar. Varsın hatırlamasınlar beni, yanlarında olacak gücüm ve cesaretim olmayan o insanların akıllarında olsam neye yarar? Bu hayal alemini kurmak için ne kadar içmiştiniz? Dağıtacak mısınız araya girdim diye? Dağıtacağım Olvido, seninle konuştuğum kadar gerçekçi gelmiyor bana. Hepsinin canı cehenneme!

 

Başkalarını yaralıyayım derken yine kendimize soktuk mızrağı, olacak şey mi? Bazen acı çektiğime ben de inanmıyorum. Beklediğime ve umut ettiğime ben de inanmıyorum Olvido. Nasıl net değilsem insanlara karşı, kendime karşı da tutarlı değilim. Bize gerçekler değil, düşünceler acı veriyor. Olmamış şeylerle yaşıyorum Olvido. Bu beni çıldırtıyor. Olmayacak şeylerle yaşıyorum. Bak, yoruldum yine. Oturunuz lütfen. Bu banklar sizindir. Ne ara geldi bu banklar buraya? Ne ara çıktık meyhaneden? Mülayim abi haklı mı? Tedavi olmam şart mı? Beni kafanızdan alırlarsa ne yapacaksınız? Bu yüzden susuyorum ya artık. Meyhanede benimle konuşmuyorlar, biliyorsun, gitmeyeceğim artık. Erika abla bile masama oturmuyor. İçkilerimi içmiyor. Beni anladı sanıyordum, anlamamış. Sen kafayı yemişsin, benden uzak dur dedi. Susuyorum Olvido, uzak duruyorum onlardan. Benden nasıl sıkılıyorlar hemen. Sıkıldıkları yok, siz onların yerine de düşünüyorsunuz. Ben de konuşmayacağım artık onlarla. Onlar için düşünmeyeceğim de. Susalım artık Olvido. Sen de sus lütfen! Ben de susayım, içim de sussun. Ayten bile konuşmasın artık. Her sabah uyandığımda günaydın Hüsnü demesin. Hayaller, hayatlar, hatıralar sussun artık. Konuşmak israftan başka nedir? İnsanlar dokunarak anlaşmalı, koklaşarak yaşamalı, sarılarak ağlamalı. Her şey biraz susmalı. Ne kadar çok ses var Olvido, kaldıramıyorum. Sokaklar sesli, meyhaneler sesli, evler sesli, müzikler sesli. Bu kadar sesi kaldıramıyorum. Nefes sesimi bile duymayacağım bir sessizlik istiyorum.

Cumhurbaşkanı olduğumuz gün konuşmayı yasaklayacağım. Haftanın bir günü ülkemde konuşmak yasaklanacak. Dedikoducu kadınlardan, geveze ayyaşlardan yeryüzüne fazladan kelime sıçtıkları için fazla vergi alacağım. Bu kadar konuşacak ne var Olvido? Onlar da senin gibi bir arkadaş edinsinler, içlerinden konuşsunlar. Çocuklar bile hüzünlü olsun artık, kediler bile hüzünlü olsun, bu gelip geçen güzelliklere hiç aldanmasınlar. Artık sonsuz bahçeler, güzel ırmaklar, temiz gökyüzü kalmadı. Dere kenarlarında yalnızca bir erkeği seven kadınlar gezinmiyor. Herkes uçkurunun peşinde. Siz de öyleydiniz düne kadar.  Ben de suçluyum Olvido. Ben yanlışı bilerek yaptığım için defalarca suçluyum.

İnsanlık yorgun, dünya yorgun, sol omzumuzda bağdaş kurmuş o melek yorgun. Biraz durduralım Allah’ım, biraz kestik diyelim. Herkes biraz köşesine çekilsin. Fabrikalar çalışmayı bıraksın. Sokaklar boş kalsın. Kimse ağlamasın, kimse gülmesin, kimse ses çıkarmasın. Kimse özlemesin, kimse acı çekmesin. Biraz duralım, ne olur? Mendil satılmasın sokaklarda, çingeneler kucaklarında boş kundaklarla karşıma çıkıp bir lira istemesin. Gözlerimizi kapatalım, daha fazla şey görmeyelim artık. Bu hareketi kaldıramıyorum. İçinde değilsin, onlarla değilsin, üzülme bu kadar. Ama onlar benimle...

 

Korkak bir bencilim ya Olvido, ben yok olacağıma insanlık yok olsun diyorum. Boş sokaklarda bir ikimiz kalalım. Ayten’i arayalım. Yine yaptın Hüsnücük, yine yaptın. Olmamış, olmayacak, olamayacak hayallere kapıldın. Belki yine korkaklığın pençesindeyim. Ayten’i unutmadınız. Ayten’i unutmadım. Sana bile itiraf edemiyorum. Bir gün gelir mi? Gelmez, siz buradasınız, o burayı bilmez. Sizin bu durumda olduğunuzu bile bilmez. Aramaz adresinizi, kimselere sormaz. Çoktan unutmuştur sizi, buna inanmak istemiyorsunuz ama başka dertlerle yaşıyordur yüreği. Sizi bıraktılar Hüsnü Bey. Sizi bırakıp gittiler.

 

 

Beni iyi edecek şeylerin mümkün olmadığını biliyorum. Ona beni unutma, dedim. Unutsun. Ben unutulmamak değil, onu istiyordum. Hadi biraz cesur olalım, onu istiyordum Olvido. İstemek zehirlidir demiştiniz. Yalan söyledim. İstemek zehirli filan değil, zehirli olan istediğini alamamak. İstediğini alamayanlar yapar bunu. Kaçar hayatın gerçeklerinden. Kader derler istedikleri bir şey olmayınca, kader varmış diye her şeyi boş verdiğin zaman her insan kendi kaderini çizer derler. Ben bu halimi kadere mi yıkayım? Ben yaptım her şeyi ya da ben yapamadım her şeyi. Epiktetos’u bulayım, Marcus’un mezarına gidip sizin bu Stoa felsefenizin içinden geçeyim mi diyeyim? Sizden binlerce yıl sonra Cioran isimli bir adam çıktı, ne öğrettiyseniz içine sıçtı mı diyeyim? Felsefecilerden uzak durmalısınız. Bana göre gerçek felsefeciler Olvido, hayatı boyunca hiç düşünmeyen insanlardır. Yıllarca düşünüp çok düşünmeyin diyen filozoflara taş çıkarırlar. Her şeyin fazlası zararlıdır, orta yolda fazla gitmek de zararlıdır. Her şey yaman bir çelişkidir. Her şeyin tam tersi de mantıklıdır.

 

Korkuyu tanır mısın Olvido? Korkuyu tanır mıyım Hüsnü Bey? Korkuyu tanırsın Olvido. Yıllardır içimde yaşıyorsun. Korku öyle illet bir duygudur ki ne yaşatır ne öldürür. Sustum Ayten gitmesin diye, istediklerimi ona söylemedim, kabul etmezdi beni. Karısına aşık olur mu bir adam? Ben ona niye aşık oldum Olvido? Onu aldatıyordun, gitmeden önce sevmiyordun. Aldatıyordum çünkü beni sevmiyordu, beni aldatıyordu. Korkuyordum gidecek diye. O gitmeden ben gideyim istedim, gidemedim. O beni bıraktığı zaman bırakılmayı bari hak edeyim istedim. Hadi biraz cesur olalım Olvido. Gece gibi saçları vardı, ağarmış mıdır? Güzel kokusu solmuş mudur? Dudakları öyle dolgun mudur? Gözleri yine öyle mi bakar? Bilekleri incecik, karnı yumuşacık mıdır? Gidip öpsem gözlerini kapatır mı yine? Saçlarını kaldırıp boynunu koklasam, sakallarımla çizsem yalnızlığını kabul eder mi? Onu büyüttünüz gözünüzde. Güzel olan o değil, bu duygular, güzel olan o değil, benim Olvido.

 

Gittiler. Kabul etmedik gidişleri. Varken bile yaşayamadık korkudan onları. Bir gün giderler diye doya doya sevemedik. Gittiler, unutamadık, unutmanın bizde açacağı yaralardan korktuk. Çünkü biz o acıyı yaşamadık, kaçtık. Sonra her yer o acıyla doldu. Oysa o gün bilseydim bunu neler olurdu? Tek istediğim dizine uzanıp ağlamaktı. Ayaklarına kapanıp gitme demekti. Ama gitmişti çoktan. Yine de severim, gitme deseydim olmaz mıydı? Af dilesin istedin, dilemedi. Özür bile dilemedi. Bu korkmak, bu belirsizlik, bu net olmayış bizi perişan etti. Bu yüzden hayaller alemi toplandı ve bizi dünya acı çekme şampiyonu ilan etti…

 

“Huup. İki şişeye devrildin lan.”

“Dalmışım Mülayim abi.”

“Ulan sen normal değilsin, sırıtıp duruyorsun, ürkütme beni.”

“Sızmadım abi, içime çekildim bir toplantı vardı.”

“Ne düşünüyorsun böyle sen, kendi aleminde yok oluyorsun oğlum! İki muhabbet etmemiş olsak meczup diyeceğim sana.”

“Bir banka oturdum, orada gidenleri düşündüm. Burada çok ses vardı.”

“Ulan hergele, kafanda yaşıyorsun.”

“Gerçekler acı. Gerçi benim hayallerim de acı Mülayim abi.”

“Çok kafa açıyorsun Hüsnü. Bir daha karşıma oturma. Git maman olacak Erika’ya takıl.”

“Küsüz.”

“Siktir lan, seni soruyor her gün.”

“Kafamda küsmüşüm o zaman ona.”

“Ne yaptı ki?”

“Bir şey yapmadı, kafamda bir şey yapmıştır.”

“Burası beni baydı Mülayim abi, gidiyorum. Çok ses var. Evde kutlama yapacağız.”

 

Nasıl kapılıyoruz Olvido? Olduğumuz yerde uçup gidiyoruz. Bu durum hayra alamet değil. Hayal içinde hayal görürken hangi gerçeğe uyandığımızı bilmiyoruz. Gidelim. Gidelim.