Nerde duydun o çıt sesini? Tam olarak neye benziyordu, yere düşen bir şey, duvara vuran bir el değil. İncecik bir kırılma olduğu belli. Çıt. Ve sonsuz yankısı. Basamakları birer birer inerken sen, ben rüzgarı katı ve yapışkan bir şeymiş gibi aralarken, o netliği umarken. Kırmızı ışıklar biraz sönsün, karmaşa biraz dinsin isterken. Nolur'a benzer bir yalvarış. Bekliyorum. Gözlerimi şimdi kısmışım, ibre yükselmiş, hiç bulanık olmamış odak. Sonra çizgi çizgi silüetini görür gibi olmuşum. Sonra birdenbire gelen farkındalık. Çıt.

Hiç istemezdim, ama üzgünüm. Söylemek zorundayım, mecburum. Tüm cümleler ışık hızıyla aklımda: Başını kaldırıp da yüzünü yüzüme kilitlediğin anda.



Durmalısın. Söylüyorum. Seni tanımanın çok ötesindeyim. Seni yaşadım.


(Yalnız bu, dıştan, fısıltıyla. Diğer her şey içten, kaynar gibi içten.)



Yine söylüyorum. Beni anlar gibi yapamazsın. Bir bulanık resim değilim. Karşındayım, bütünüm. Eksiğimi giderip geldim. Önce doyurdum çığlık çığlığa neyi arzuladıysam. Şimdi konuşmalıyız, şimdi bir adım at, bana sağır duramazsın.



Çıtırdayış, köklü, gürültülü. Benzersiz, önlenemez bir kopuşla birlikte.



Söylemekten dilim aşınmayacak. Ama beni biraz daha bekletemezsin. Unuttun mu, seni yaşadım hiç yer almadığın ihtimallerle. Sayısız olasılıkla müthiş evrenlerden geçtin. Islandın önce, serçelerin vardı. Kapın hep aralıktı. Ve daima kuruyan fesleğenlerinle bir kırgınlık besledin, kendine. Dokundun geçtin. Yanında yeni bir yüz görülmedi, başka bir tende soluklanmadın. Serçelerin vardı, buğdayların. Akşam bastırdı mı balkona yetişirdin. Uzatıp ellerini aşağıya. Kanın yok gibi, ipe serilmiş gibi. Esintiyi ellerime alıp dağıtırdım sana. Uçuşunca sanki ilk kez özgürdün, gülümsediğin bir an için beklerken, kaç mevsim gecikti. Seni uçsuz ve bucaksız sevgiyle yaşattım, her evde en az bir kere doğdun. Doğar doğmaz camdan inanışlara sarıldın. Temkinsizliğin senin, yordu dünyayı defalarca. Son kez söylüyorum, seni bütün bunlara ben hazırladım. Bildin mi, eksiğimi giderip gelmiştim. Yalandı.




Solanların hep gölgede durduğu kesindir. Bunun benim hissimle ilgisi yok ve susuzluğumla. Gerçek bu. Panjurun ardında kalan menekşeyi, darıldığın sarmaşıkları geç, yalnız değilsin. Ama beni bekletemezsin artık, çünkü sınırlarımda sürüyle yabancı, sürüyle ihlal var. Böyle kollarken, gözetirken ve korurken, seni hangi evrende unuttum bilmiyorum. Seslendim mi, kaldırıp başımı, baktım mı, yalnız, nemini fark ettim mi? Kollarımı böyle gevşekçe, dur, korkakça doladım mı etrafından. Hayır. hayır. Mesafe oradaydı, aramızda. Çok yavaş, sanki tonlarca ağırlıktaymış gibi tutup çektin perdelerini bir gün. Sıkı sıkı düğümledin sonra kendini yatağa. Yıldızlı tavanların vardı, henüz nefret etmezken uykulardan, zaman geçtikçe bir bir üzerine yağardı, yıldızlar değil, koca bir tavan. buna inanırdın. Sevdirdin kendini yaşayan herkese, bunu ben yapmadım. Doğa ile arandaki dağınık nizamdan. Sen hiç solmayacaktın, gölgede bile. Yorulmayacaktın, nereye konarsan kon. Nerede ölürsen öl, bir daha doğacaktın ve dehşetle. Her seferinde söyleyecektim. Zorundayım: Söylemek kapıları çarpmayacak, bizi yutmayacak hiçliğin.



Durulmadım. Kırpılmadım. Öylece bekliyorum fakat habersiz değilsin bundan. Daha ne kadar. Kaç asır. Kaç serçe ve buğday. Kaç kuğu ve göl. Paralanacak zihnimde. devrile devrile sivrilecek kaç köşe kaldı. Bilmiyorum, içimde kelimesiz sesler korkuyor. Geçmişi unutmak ve bir rüzgara kapılmak var önümüzde. Daha kaç ayaz, kaç tufan ve tapınak. Kaç parmaklık ve zindan. Avuçlarımı yere döndürmüşüm gibi alınırken dilimdeki itiraf. Bunlara aldırma, varsayalım ki hapsoldun. Sıkıştığın bir kayalık dibinde, ve onun da en içinde, ellerinle ufalaya ufalaya, kazıya kazıya bitmişsin. Bu yüzden yetişememişsin hiçbir gün doğumuna, tutulmalara. Geçmiş ve gelecekle derdin kalmadı, kurtulsan koşup bir yatağa bağlayacaksın kendini yine. Fakat her şey yerli yerinde, tozlanmakta. Seni bekleyerek.

Bil ki zehir bu: Adın tüm eski eşyaların ezberinde.



Artık her evrende elinde bir bıçakla dolanırsın. Kurtulsan o kayalıktan. Doğduğundan beri sarıldığın camları onurlandırmak için, koşarsın. Zamanı kırmış, mümkün değil ya, öncesinde bir taşta uyumuş, ardından denizlerde yıkanmışsın. Koşarsın. Kanın yok gibi, rüzgar nereye bırakırsa seni. Oysa beni dinlemen için biriktirdiğim... Bilmiyorum. Hikayem buraya kadar. Anıları uydurdum. Dursan farkına varacaksın ama sen bütün bunları aşmak uğruna parçalarsın tabanlarını. Ne de olsa buğulanmış dünya sen soluk soluğayken, böylece gördün yarım kalanı. Renklerin anlamsızlığını öğrendin, yanlış bilgiler kazıdın aklına. İsli evrenlerde saklanıp durdu serçelerin. Ben söylenirken sen belki bin yaşına varmış, bin kez yenilmiş ve dikenleşip kalkmıştın.



Yıldızları yerinde bıraktın, elin aydınlığa bulaşmadı. Yanlış değildi, ama seni karanlığa ben hazırladım. Önce ses gittiğinde, sonra uykular. Sonra tavan bizi ezdiğinde gülmüştün. Hayal değildi.



Ruhunu uyandıran, ayrılır benzerinden. Yolu görür, hiç atılmamış adımların iziyle. Uyan, bir şeyler söylüyorum. Mümkün olamayacak ne varsa diziyorum buraya. Sanki bir hezeyanla. Cümleler çarpıp çarpıp yok oluyor zihnimin odacıklarında. Uyan ve gör artık. Daha kaç yol ve kaza, yani kaç asır ve tümsek geçmeliyiz, avuçlarımı yukarı döndürecek gücü nereden bulacağız. Biraz çalı, biraz çırpı ve yığınla sürtünme, yanabiliriz sonrasında. Biraz sustur beni ve tavan çökmeden uykuyu unuttur. Geçmiş ve gelecekle bir derdimiz kalmadı, öyle mi sahte yıldızlar, öyle mi gece yarısı ve. Ve binlerce sen arasından. Bu imkansız, çözüm doğurmayan öfkem, bu uzadıkça uzayan düğüm. Korku benim yuvam mı?


Uyan, istedim ki ben yaşatmadan da yaşa. Ben rüzgar getirmeden ellerimle. Ben bakmazken saatlere. Ne kadar geç kaldın, ne kadarlık yolun kaldı? Bir kerecik bıraktığında kendini, koşmadan durduğunda, hangi şarkıyı mırıldandığını anlamadığında. Öyle sahipsiz bir ezgi gibi süzüldün, kendine bir kan bul şimdi. Ve uyan. Bir bulanık resim değilim. Tüm çizgilerimle diriyim, yenidenim. Ve direnç, burada adı anılan tek şeydi. Sayıklanan. Sayıklandığın an defalarca gidişin ve bir çembere dönüşün. Seni yaşadım, ama artık kayıtsız kalamazsın. Seni tüm bunlara ben hazırladım ve asırlardır, hazırsın. Hazır ve suskun. Artık nizamın kalmadı, unuttu seni doğa. Bir başınasın.


Ruhundaki nizamı ben bozmadım. Hiç görülmemeyi ben oymadım üzerine.



Ben çalmadım seni duvara, taşa ve havaya. Tuzla buz olan senin yüzün değil. Suya karışan bir damla terin olmadı. Yakandan ve rüyalarından çekiştiren o korkun buraya hiç varmadı. Seni ben parçalamadım, eksiğinle gelmiştin. Yoksa o ben miydim? Derken ellerinde bir keman. Bir keman. Bir keman. Sanki üç notada beni derinden etkileyen her şeyin. Sanki parmak uçlarında hipnoz. Parmak uçlarında tüyler, kanatlanmalı. Kulaklarım bunun için var ve bütün camları kapattım. Uzun sitemler durdu, cümle durdu, rüzgar durdu ve durmak bile büsbütün, durdu. Başka bir tınıya gerek yok için, dur için, bir evren daha kal için.


Bu zehir: Seni tanımanın çok ötesindeyim, seni yaşadım.