bir türlü

öfke homurtusuna, dırdır esmesine^

yalan yağmasına, ucuz uçmasına 

isyan bayrağı çekemiyorum 

gökyüzümün. 

kalkıp gidemiyorum yanından 

ya bu kez son olursa’ diye diye.


olur olmadık yerde rezil edip

aşklarla yalanlarla aklımı çelse de 

akılalmaz sözler söyletmeyi de bilir

şair dedin mi 

gök bir bardağı aniden devirir.


niye yadırgansın 

yaralarla anılarla çizili isteklerim

yazılmış bir yol gibi ikimizin temasına.

nasıl siniyor içime 

kaybettiği halkların 

ve bizim de üç renk bir caddeye 

üç gün bir dalgınlığa 

denk gelişimiz.


vazgeçtiğim tüm cümleler de 

eskittiklerimle birlikte 

alkışsız dünyaya saçıldılar

bozuk cümlelerin 

kopuk günlerin zorluğu 

ikimizin arasındaydı hep 

hep diyorum ya 

anlık bir ihtimal düşüncesidir aslında 

ya beni gözlerin 

tuhaf turuncularla görseydi akşamüstü

ya o görseydi 

ya diğeri

insan nasıl korkmaz 

korkamaz ihtimallerin heyecanından* 


bir şarkı söylüyorsun bana 

ağzınla gösteriyorsun sevmeyi

sonra benim ağzımla göstermesini 

denizleri ovalardan özlemesini

yıldızla karışık kuş sesini 

tanıyorsun hayalet sürülerinle 

dürtülerimden çekiştirmeyi 

biliyorsun hep seni nasıl 

yenemeyeceğini hiçbir başkentin


hep diyorum ya 

bir anlık duruşmasıdır oysa 

ikimizin göz temasının.


sen diyorum ya.

tanımıyorum bile seni.

kim bilir kimi düşündüm bir mısra düşürmek için 

ve hangi gökleri feda ettim 

başka başka kadınlara.

ve hangi sokaklarda 

çürük yalnızlığım bir umutla sendeledi, düştü kucağıma yeniden.

beni benden başkası nasıl’ken.

zaten seni nasıl söyleyeyim



-güzel yüzlü bir gökyüzü 

sessizce sevilmelidir sade.-



diyelim ki tepetaklak olmuşsun içimde 

hiçbir ses uyumu aramaksızın 

bir kaldırımda bir bankta 

bir martı uçumunda durmaksızın

seni anlatmışım


sen diyorum ya 

yeni gördüğüm bir leke gibi sırtımda 

bunca yıl kaşıya kaşıya ortaya çıkardığım

gökyüzü değilsin uzakta kal.