En çok kaçamadığımız şeyde kendimizin kendimizi mütemadiyen yakaladığı o eşsiz bakış. O güçlü, o küçümser, kızgın, tek ayak üstünde durma cezalı, o bakış... Ait olunamayan, sahip çıkılamayan o feci, tutarsız bir konfor sunan, o bakış. Şimdi yakalandım ya da yakaladım kendimi. Yakalanmak bu denli korkutucu bir harikalık kazanmamıştı yaşamda, solukta, soluğumda...


Bugün düz bir ovayım, güneş dik açımda ya da ben onun harikulade bir açısındayım. Az ileride bir mümkünlüğü kaçırdım. Hangisi olmayı seçiyorum da eşsiz bakıştaki mümkünlüğü kaçırıyorum? Sarılmıyorum. En çok kendime. Birazdan serin bir su olacağım, aşkla bulanmaya ve kaybolmaya ve aşka aşık olmaya soyunacağım. Pir Sultan olacağım birazdan, bir mısrada dile geleceğim, bir zamanda kaybolup gideceğim. Biraz zaman geçsin, soluklanacağım. Biraz zaman daha geçsin annem olacağım, en çok kaçtığıma sarılacağım, mutlak gerçeği ıskalayıp duracağım az sonra, anlamın anlamsızlığı, hoş buldum, biraz da burada soluklanacağım. İlerleyen bir zamanda, hayat olacağım, gözeneklerim olacak, işe yarar ellerim, doğurgan bir tılsım takacağım boynuma, belimden düşen pantolonuma yazgımdan kemer yapacağım. Gülümseyip sana bakacağım.


Güneş batarken bir adım olacağım, bir kapı orası, siz biliyorsunuz, he işte o kapı, o kapı daima aralık, sen daima köşede. Çok sonra değil, birazdan, yola tekrar çıkacağım, yolun varlığı tekrar tekrar başlamak adına, sonda olmak yeniden başta olmak, topladığım parçalardan kendimi yapacağım.