Kızgın güller ölüme yanaşıyor,
Kara güller bir şarkı tutturmuş,
Papatyalar küfür etmeyi öğrenmiş,
Karahindiba uçuyor tiksintinin içinde,
Güneş ölüme doğmuş,
Ay karanlık,
Aşk ektiğimiz o tarlalarda,
Şimdi in cin top oynarmış.
Ve ben o sırada bir efsaneye tanık oldum,
Şiirlerimin bir hikayeye gebe kalışıydı ilk o zaman.
Freya ilk defa lanet okumuş,
Hel tutuvermiş ellerinden,
Tutuvermiş fikirlerinden,
İnan bana gördüm bunları sahiden,
İnanır mısın hiç bilmem...
İşte o an bir keman,
Acı acı inlemiş
Bir İskandinav tanrıçasına,
Bükmüş kahvelerin renginde boynunu,
Ve ben kulağımı dayayıp dinledim bir efsaneyi,
Dinledim içimi tırmalayan sesini,
Dinledim yalvar yakar dualarını,
Sonra gördüm ellerini uzatışını yıldızlara,
Bana benziyordu o sıra, o ara,
Baktı gökyüzüne çok ama çok uzunca,
Elması utandıracak bir damla gözyaşı,
Eriyip gitmişti o sıra arşenin arasında,
Kabul etmiş olacaktı ki dualarını onun tanrıça,
Baktı gökyüzüne, baktı gök yüzüne,
Kafasını çevirdi porselen aya,
Bağırdı,
Per aspera ad astra!
Gündüzler engel gözlerime,
Yıldızlar uzak benim ellerime,
Tanrı uzak benim tenime,
Güvenim bir tuzak,
Kimsesizlik yakın,
Bir dostum keman,
Bir dostum yay,
Bağıracağım yaz kokusu burnuma gelince,
Tenin deyince tenime,
Ulaşınca yüce yıldızlara,
Bağıracağım ben de,
Per aspera ad astra!