Adam, çiftçiydi. Yaz ayının gelmesini beklemekten ve mahsülünden gelen parayı yemekten başka yapacak hiçbir şeyi yoktu. Günleri sessiz geçiyor, bazen de köyün kıraathanesinde kağıt oynadığı arkadaşlarıyla birbirlerinin şerefini beş paralık ediyordu. Köyün gri rengi, burada doğan hiçbir insanı rahatsız etmiyor, aksine kıraat vakitlerini bilfiil şeytan işi şeylerle geçiriyorlardı. Ahali her halinden memnundu. Belki de havası buz tutan bu dağ başında memnuniyetsizlik nedir bilinmiyordu bile. Oğlanlar, büyüyüp babaları gibi tiran olmanın hayalini kuruyor, kızlar ise analığı henüz evlenmeden öğreniyorlardı. Bu köy, medeniyetin karnını deşip gelen büyüklerimizin köyüdür. 


Biraz sonra evinin bahçesinde odun kırmaya çıktı adam. Baltanın kırağı sapından tutarken hiç hissetmiyordu bile. Buz tutmuş kütüklerin çatlarken çıkardığı sırça sesleri duymuyordu. Hatta adam, yazın sıcağında yanmıyor, vücudunun ter kokusunu bile bilmiyordu. Belki de, farkında olmasa da, yüreği dünyayı hissetmeyi bırakmış bir insandı. Yine de dünya, onun bildiği haliyle en güzel dünyaydı. Hasat kârı karnını doyuruyor bu da ona fazlasıyla yetiyordu, başka hiçbir şeye ihityacı yoktu. 


Nemli kütüklere yeni bilenmiş baltasını her vurduğunda çirkin bir ıkınma sesiyle doğruluyor ve bir yeni darbe için kırılabilmesi en münasip kütüğü ustaca yerleştiriyordu. Bu sırada ileride gözüne çarpan küçük kız çocuğuna hiç aldırış bile etmemişti. En yakın ev kendisine yüz metrelerce uzakta olsa bile küçük bir çocuğun bu gri havada tek başına oluşu onun umurunda bile değildi çünkü karnı az önce doymuştu. Şuursuzca baltasını vurmaya devam ettiyse de başını her kaldırışında uzakta donakalmış küçük kızı gördü. Muhtemeldir ki içinden 'kimin p*çi' diye geçirmiş, sonrasındaysa 'kiminse kimin' diyerek üstünü örtmüştü. Son balta darbesinden azad olunca küçük kız ortalıktan kaybolmuştu. Adam, sobanın yanına birkaç gün yetecek kadar odun almanın hesabıyla ilgilenirken küçük kızın yokluğu, varlığından daha önemsiz gelmiş bu yüzden bilmem kaç parça kütüğü zorlanmadan tek seferde sırtlayıp götürmüştü. 


Odanın içerisinde uçuşan kül tozlarını farkında olmadan burnuna çeken adam, sobaya birkaç parça taze kütüğü koyup televizyon kumandısına uzandığı sırada telefonu çaldı. 


"Buyur Recep abi"

"İyiyim sen nasılsın abi" 

"İyiyim abi"

"He! Ne diyor abi Necla Abla"

"Hayır mı?"

"Nasıl hayır işlemek şimdi abi tam anlamadım"

"Abi fakir fukaradan çok ne var burada hangi birine yetişeyim"

"Ben hayır işlemiyorum diye mi gördüm şimdi yani abi bu rüyayı"

"Haa! Hayırlara vesile olsun diye, anladım abi" 

"Ne yapayım abi peki bi fukaraya para mı vereyim, napayım?"

"Birini mutlu edeyim, anladım abi" 

"Bu akşam kahvede çayları ben ısmarliyim abi o zaman he?"

"Öyle olmazmıymış" 

"Anladım abi, ihtiyacı olan birine, anladım abi"

"Bizim Turgut geçen gün borca sıkışmıştı, iki yüz lira"

"Hee sen verdin, tamam abi. Ben bi ihtiyaç sahibi bulurum abi Allah rası olsun, ellerinden öperim Necla Ablamın" 


Güneş, gri coğrafyanın düz ufuklarına batmaya hayli yakınken, bulutlar bu kavuşmayı engellemekte ustalık gösteriyordu. Birazdan adam kendisi taşımakta zorlanan motorsikletiyle köyün kahvehanesine yollanacaktı. Küçük yerleşimlerin kriz masasıdır kahvehaneler. Hanelerdeki en ettirgen bireyler burada birikir, birbirlerine din, ziraat bilimi, siyaset ve çoğunlukla küfür öğretirdi. Tarafsız bir gözle bakılırsa eğer, köydeki ilkokulun bir avuç kitaplığında saklanan bilgiler bu kahvehanede haykırılan bilgilerden daha kadimdi. Yine de kimse bunun farkında olmadığı için herkes kendi gerçekliğiyle böbürlenerek hayatlarına devam ediyordu. 


Adam, boşboğazlık edip gördüğü rüyayı yanı başında yanan sobanın üzerindeki kestaneleri ters düz ederek anlatmaya koyuldu. Aynı masada bulunan ve çoğu orta yaşlının da kanaat önderi sayılan Recep Ağabeyleri ise eksik anlatılan kısımlarda adamın sözünün ortasına atlayarak rüyanın anlaşılmasına yardımcı oluyordu. Rüya bittiğinde ise çoğu delikanlı adam gülmüş, adamla dalga geçmişti. Korku nedir bilmez bir ahalinin rüyasında da olsa asla dize getirilmeyeceği sosyolojik bir olguydu. Çünkü yaban domuzları, kurtlar ve namus yahut toprak kavgası için rakip olunan delikanlılar için tüfekleri her daim salon duvarının tam ortasında, kadim bir kitabın üzerinde asılı beklemektedir. Korku nedir bilmez bu ahali yüreğinin kuytusunda kalmış ilahi adalet korkusunu şirk koşmayarak garanti altına aldığı için kırdığı kalpleri, yediği hakları, söylediği yalanları ve yediği oruçları çoktan unutmuştu. Bu sebepledir ki; kuyunun içerisinde miyavlayan köpekler ve baş aşağı sarkıtılmış beşerin tenasül uzvuna vurulan kırbaçlar ahalide korku unsuru oluşturmamış hatta alay konusu olmuştu. Kamuoyunda rüyasından endişelenecek bir şey olmadığını kavrayan adam için de artık her şey normale dönmüş, gece uyumadan önce sobasına bir değil iki kütük atacağını ve yorganının altına da battaniyesini koyup kendisini koruma altına alacağını söyleyerek ahalinin alay korosuna kendi de katılmıştı. 


Adam, dostlarına verdiği sözü tutmuş olsa da aynı rüyayı bu gece de görmüş ve aynı huzursuzlukla uyanmıştı. Tekrar eden bu rüya artık onun için alay konusu olmaktan çıkmış ve üzerine gidilmesi gereken bir sorun olmuştu. Aklına Recep Ağabeyini aramak geldiyse de bunu istemedi çünkü dün düzelttiği imajı bu kadar kısa sürede zedelenirse mazallah adı; korkak tavuğa çıkabilirdi. Artık ettiği küfürler de ruhuna su serpmiyordu adamın. Ne yapacağını bilemez halde kahvaltısını yapıyor, evdeki çer çöpü şuurunu yitirmiş halde topluyordu. Evde yapacak pek bir işi olmayan adam bahçesine çıkmış oraya buraya küçük dokunuşlar yaparak zihnini oyalıyordu. Bunlar da huzursuzluğunu dindiremeyince ceketini alıp köyün kahvehanesine doğru yollandı. Yolda rast geldiği arkadaşlarına hiçbir şey çaktırmamaya çalışırken birkaç kere kekelediğini fark edince daha da ihtiyatlı davranması gerektiğine kanaat getirdi. Dükkanın yakınlarına vardığında erken saatte buraya gelmesinin bir sürü gereksiz soruya sebep olacağını bildiği için yolundan geri döndü. Biraz daha yürüdükten sonra köyün bakkalının yakınlarında yaktığı sigarasını içmeye koyuldu. Bakkalın önünde bağırışan çocuklardan rahatsız olduğu için onlara da kızmış, sigarasını daha da çetin şekilde içmeye başlamıştı. Neden birden Recep Ağabeyinin Necla Ablasından rivayet ettiği hayır işleme fikri zihninde belirdi. Kapıda artık sessizce oynayan dört çocuk hayır işlemek için ona lütfedilmiş gibi geldi. Bakkalcıdan istediği dört gofreti dışardaki çocuklara verecek ve hayır işini aradan çıkarıp rüyasının tekrar edip etmediğine şahitlik edecekti. Dışarı çıktığında, az önce hiddetle bağırdığı çocuklara dağıttığı gofretleri alan çocuklar anasından, babasından gördüğü sevgi ve şiddet ikilemine alışkanlıklarından dolayı gofretleri almakta tereddüt etmemişlerdi. Adam ise, az önce çocuklara bağırdığını unutmuş, kalplerini kırıldığını hiç düşünmemişti bile. Dağıttığı gofretlerin hoşnutluğunu hissetmeye başlayacakken ileride gözüne ilişen kız çocuğunu gördü. Bu kız, dün hunharca odun kırdığı sırada gördüğü ancak iletişmeye tenezzül etmediği donakalmış kızdı. Fırsat bu fırsat onu da aradan çıkarmak için eliyle gel işareti yaptı. Kızın ona doğru geldiğini gören adam bakkala girip bir gofret daha almaya koyuldu. Dışarı çıktığında ise kızı görememişti.