"tanrı öldü, diyordu nietzsche. bahsettiği hangi tanrı bilmiyorum ama bir tanesi benim kafamın içinde yaşıyor. bir dizide görmüştüm, beceriksiz bir ilham perisi yüzünden yetenekli bir şair bocalayıp duruyordu. acaba diyorum, acaba... kafamın içinde beceriksiz bir tanrı mı besliyorum?"


bunları düşünürken odasında yalnızdı. aynadaki yansıması, tanrının ne suçu olduğunu sordu; soru karşısında öfkelendi. battaniyenin altında üşüyen ayaklarını çekip ısınması için ovalarken cevap verdi: başka kimi suçlamam gerekiyor? cevap gecikmedi: kendini! gözünü üşüyen ayak parmaklarından ayırmadan "siktir lan," dedi yansımasına. kendisine siktir çeken ilk insan olmadığını biliyordu bunu söylerken. konuşurken aynaya bile bakmıyordu, bakarsa gerçekten kendisiyle konuştuğunu düşünebilirdi. dikkatini dışarıda topraktan intikam alırcasına yağan yağmura verdi. tanrım, dedi; kafasındakine mi yoksa inandığına mı seslendiğini bilmeden. "tanrım, sürekli gece ve sürekli yağmur istiyorum senden. para vermiyorsun, bari para gerektirecek fırsatlar da verme."

saatine baktı, sabaha karşı dörde geliyordu. geç olduğunu fark ettiği anda ağırlaşan göz kapaklarından aldığı hayat dersiyle yatağa uzandı, iki battaniyeyi üzerine örtüp uyumaya çalıştı. dışarıda şimşekler ve yıldırımlar gece ile gündüzü buluştururken o, kafasının içinde çoktan yılbaşı ikramiyesinden kazandığı parayı harcamaya başlamıştı. bir süre sonra kazandığı paranın peşine düşen mafyadan kurtulamadı ve piyango işini ertesi geceye bırakıp göz kapaklarıyla derin bir uykuya daldı.