Ambulansa bindirirlerken “Aman!” dedi Mustafa amca “Pötürüm düşmesin, boynuzlar görülür.” Sağlık memuru “Ne boynuzu amca?” dedi, “O karı,” dedi, “O karı yok mu, haftada üç kere doktora giderdi, ben bilmem mi malımı, ne işin var turp gibi kadın doktorda, işte öyle bi' yel alıp götürdü sonra. Tak şu pötürü benim gördüklerimi komşular da görmesin.”

Pötür Mustafa. Mahallemizde dört tane Mustafa amca vardı. Pötür Mustafa, Kör Mustafa, Arap Mustafa, İstop Mustafa… Hepsi Mustafa amcaydı benim için. Üçü çıktı hayatımdan ya da ben onların hayatlarından çıktım ya da hayatlarımız üst üste gelmişti de iç içe olduklarını zannediyorduk. Küçüklüğümün Mustafa amcaları neredelerdi kim bilir. Son Mustafa amcayla da irtibatım kopacak mıydı? Son Ayşe teyze, son Ahmet, son Zeliha, son Mehmet Bey derken bir gün bir anda, son ben…


***


Pötür Mustafa amca bizim yan komşumuzdu, mahalleye imar gelip apartmanlar yapılınca da aynı parselde olduğumuzdan üst komşumuz olmuşlardı. Her zaman fötr şapkasıyla dolaşırdı mahallede, dili dönmeyen mahalleli onun adını Pötür Mustafa koymuştu. Devlet dairesinde odacıydı, “Pötür mühim” derdi. “Ağababalar gelir daireye, gelir gelmez çayını vermen gerekir, vermezsen müdürden yersin azarı." derdi. "Kimi açık içer çayı kimi demli, kimi adaçayı ister özellikle; kimi geldi mi uzun durur, önce çayını verirsin, sonra kahvesini. Çayı açık içen kahveyi çok şekerli, demli içen ya şekersiz ya az şekerli içer. Ağababalar geldi mi onlara soru sormaman gerekir. Bir şey sorulacaksa müdür zaten sorar, o sana söyler, bir kişi ilk defa geliyorsa zil çalar çalmaz kapıya gitmen, kapıdan bir kere bakıp beş saniye müdürün misafirin isteğini söylemesini beklersin, müdür bir şey demezse gelenin kıyafetine oturuşuna bakıp en iyi tahmini yaparsın ki bu zor iştir, müdür ilk defa gelen biri için zili çalmıyorsa beş dakika sonra girip dosyaları getiriyim mi müdürüm, demen gerekir ki müdür ağababayı savuştursun; zil çaldı, müdür Ahmet Bey'i çağırıyorsa iş yapacak demektir ki hem Ahmet Bey'i çağırırsın, hem de isteğe göre ya da duruma göre çay-kahve servisini yaparsın, Hakkı ağabeyi çağırırsa anlarsın ki ağababayı başından savmak istemektedir, sen de ona göre fazla saygı göstermezsin ağababaya, gevşeyip yayılmasın diye." derdi. "Pötür bu işte çok önemli.” derdi. Eğer o da öbür odacılar gibi yapıp pötür takmasaymış onu çoktan arşive gönderirlermiş, orada tozlu dosya ayıklamakla günleri geçermiş ki bu da hem çok zahmetliymiş hem de karanlıkta kalan arşivciler daha çabuk yaşlanırmış.

Devlet dairesinde çalıştığından mı fötr şapkadan mı bilmem, göğsünü ileri ata ata yürürdü Pötür Mustafa amca. Annem babama arada sen de pötür al derdi ara ara, babam da ben pötür giysem ikimizin de şu sübyanların da kıçı açıkta kalır derdi. Narin’in kıçı açıkta mı, derdi annem. Hala taze derdi annem Narin teyzeden bahsederken, kıskanırdı gizli gizli. Babam da kendi işine bak sen, derdi her defasında. Narin teyze, Pötür Mustafa amcanın karısıydı ve mahalledeki tüm teyzeler arasında gerçekten de en havalısıydı, fabrikada çaycıydı o da. Görevi fabrikada müdür ve mühendislere çay yapmak ve odalarını temiz tutmaktı. Çocukların da sevgilisiydi. Her zaman değilse de haftada bir bazen iki kere bakkaldan kola alırdı biz maç yaparken. İçiniz yanmıştır sizin, derdi. O kola aldıkça mahalledeki öbür teyzelerin niye çalışmadıklarını düşünür, üzülürdük. Hepsi çalışsa hepsi haftada bir kere kola alırdı bize. Belki yazın dondurma ısmarlayan da çıkardı. Biz büyüyünce o da fabrikadan emekli oldu, koca koca heriflere kola alması olmazdı, zaten maç da yapmamaya başlamıştık, herkes bir taraflara dağılmıştı. Bir kış soğuktan ciğerlerini üşüttü Narin teyze, dört mevsim tiril tiril giyinir bir şey olmazdı ben kendimi bildim bileli ama o kış narinliği tutmuştu işte, Mustafa amcaya Allah rahmet eylesin dediğimde Narin teyzenin temelli gittiğini ve temellinin ne demek olduğunu bilecek kadar büyümüştüm.


***


Komşumuz olduğundan Pötür Mustafa amca hayatımdan hiç çıkmadı. Narin teyze öldükten sonra göğsünün şişi inmişti, çocukları da olmadığından bir başına kalmıştı. O gün apartmana geldiğimde merdivenleri çıkarken birden evinin kapısının önünde yarı baygın, kafasını duvara dayamış diz üstü durduğunu gördüm. Anahtar yarı takılı vaziyette kapıda hala sallanıyordu. Ambulans çağırdım hemen. Ambulans geldiğinde de yanındaydım. Hayretle dinledim sağlık memuruna söylediklerini. Hastanede doktor önce anlamadığım bir şeyler söyledikten sonra boş baktığımı görünce şimdilik korkulacak bir şeyi olmadığını, çocukları olarak onu çok yormazsak iyi olacağını söyledi. Söylemedim Mustafa amcanın tek başına yaşadığını, çoluk çocuğunun olmadığını, karısının öldüğünü. Belki bir gün bu yazdıklarımı okursa öğrenir.


Eve gelince dayanamadım sordum. “Mustafa amca,” dedim, “ambulansa bindirirken dediğin şu şapkanın düşmesi işi dedim, doğru mu?” Bir an anlamadı, sonra fark etti, can havliyle hiç tanımadığı sağlık memuruna açılmak istemişti, sanırım. Kimse içinde bir şey kalmasını istemez. İş işten geçti diye düşünmüş olacak ki “Boşver yeğenim, olan olmuş...” dedi. Her zamanki patavatsızlığımla yine de sordum, “Tamam da hiçbir şey yapmadın mı?”

Cevap verdi, “Çok severdim,” dedi, durdu. “Menemeni. Benim karı da öyle güzel menemen yapardı ki…” dedi. Yine duraksadı, üstelemedim. “Menemeni,” dedi “çırpmadan yapacaksın, çok karıştırırsan hem şekli bozulur hem tadı doğru düzgün olmaz.” Biraz daha durdu, yutkundu. “Bazen yine yapıyorum ama tek başına da yenmiyor meret.”

Diyecek bir şey bulamadım. “Televizyonu açayım mı?” dedim. “Aç” dedi, açtım. Seçimlerin yaklaştığını söylüyorlardı haberler. “Ulan,” dedi ekrandaki politikacıya bakıp, “Bu pezevenklerin hepsi gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor, bizim millet de bıkmadan oy veriyor bunlara. Hiçbirine oy verilmez bunların aslında.”