Merhametsiz alabaşlı yılan,

Komutan üç ön dişli fare,

En günahsız fahişe.

Nasılsa başrol bu hikayede.


Ezilmiş kimsesiz benliklerin,

En nefret edilenlerin,

Karanlığın ve çürümüşlüğün,

Bile mükemmel olabileceği,

Bir dünyanın içinde,

Her zamankinden daha hızlı

Yol alırken ben ve sen,

Rast gelmiştik onlara.


Sahi dumanlar yükseliyordu şehirden.

Alaşağı edilmiş dinler ve siyasetçiler,

Alaşağı edilmek üzere,

Altın varaklı koltuğa oturmuş kimseler,

Görmüştük. Hatırla.

Hazindir ki, hatırlıyorsan eğer,

Koltuğa geçen öldür emrini vermişti,

Acı olan sonlarıydı öncekinin,

Zira bir önceki de aynı emri vermişti.

Hah! Ne garip öyle değil mi?

Biri ötekinden daha iyi olduğuna yemin etmişti.


Üç kızıl güneş,

İsmi henüz konulmamış kiliseler,

Adı şanı bilinmez papazlar,

El sıkışıp, yakmışlardı,

Hatırlasana, birkaç cadı kadını.


Mor gökyüzü, mor gök yüzün,

İkisi aynı güne denk gelince,

Bir kaç dua edesim gelmişti Tanrı’ya

Sonraları birileri bağırmıştı,

Tanrının öldüğünü, insanlığa.

Ne gelirdi elden,

Yenisini yaratmak gerek ilk elden.

Doğru ya!

Kime dua edeceğim güzelliğin için?


Kırmızı süt veren inek,

Sağılırken beyaz bağırıyor,

Neyse ki çimler hala yeşil!

İşte dünyanın karmaşıklığıyla,

Acaba bir rüyada mıyız demiştin bana,

Aslında bakarsan,

Daha farklı inekler görmüştük,

Hatırlarsan süt beyaz,

Gözden akan yaş manasızdı,

Sahi o hangi zamandı?


Çift güneş, yanına yakışır üç ay

Gökyüzü kalabalıklaşınca,

Tanrıları da artmıştı insanlığın,

Hala bir rüyada olduğumu düşünüyorum.

Zira, ne iki güneş ne üç ay var.

Olmadığını nerede görmüştüm yahu?


Uyanmaya yakın. Aklı başında birini gördüm,

Komiktir. Çok komiktir.

Aklı başında birini görmek uyandırmıştı bizi,

O korkunç mu, güzel mi belli değil rüyadan.

Gariptir ki, ne garip!

Uyandığım rüyada da,

Defalarca kez uyanmıştım,

Şimdi uyandığım yataktan.