Bu korkunç avluda Dervişin görebildiği yalnızca bir işkence kapısı, esrarengiz mumlar, girintili çıkıntılı zemin ve genişçe; sonu ise karanlığa çıkan bir merdivendi. Nasıl bir cehennemde olduğunu kavrayabilmek için etrafına iyice bakmaya devam ediyor, bir yandan yürümeye çalışıyordu. Avlunun tavanından yere sarkan ve yere uzaklığı iki insan boyu kadar olan, halatı ise yine merdiven gibi karanlığın içine doğru uzayan avizeyi gördü. Kristal şarap kadehlerinin içinde yanan küçüklü büyüklü köz parçaları parlıyordu bu avizenin üzerinde. Biraz daha ihtiyatlı hissetmeye çalışınca tavandan tabana vuran sıcaklık kendini belli ediyordu. Hatta şeytan işi bu zımbırtının altında durdukça daha da korkunçlaşıyor ve altında kim varsa terlemeye başlatıyordu. Derviş, gördüğü şirk tablosu karşısında muhtemelen içinden, gönlünün en derinlerinde bir yerlerden Allah'a yakarıyordu. Çünkü bu ıslak avluda daha önceki hiçbir zindanın, hiçbir manevi işkencenin, hiçbir falakanın ve hiçbir kanuni cezanın kaos hissini tatmamıştı. Duvarlardaki kesik kurt başları ve ağızlarından yükselen kırmızımsı, sarımtırak ve arada bir maviye çalan değişken mum alevlerinin korkusu henüz gönlünden yitmemişken, tavandan sarkan bu cehennem izdüşümünü yedirememişti ödüne. Her şeyin sonu karanlık ile bağlanıyordu bu koca avluda. Duvarlardaki kesik başların ya da gökyüzünden uzanan kor toplarının ışığı aydınlatmıyordu avluyu. 


Geniş bir merdiven başına geldiklerinde Kahya, Dervişe döndü. Sanki ayaklarının altında onu döndüren bir mekanizma varmışçasına ya da fiziki yerle bir etmişçesine havaya yükselip, ilahi bir kudretin ittirmesiyle dönmüş gibiydi. Beyaz cübbesinin etekleri kımıldamamıştı bile. Cübbesinin sarkan manşetlerinden ellerini birbirine geçirerek ve sanki karşısında bağıran bir cühelaya aptal olduğunu anlatıyormuş gibi yumuşak, hissiz ve alttan alta alaycı ses tonuyla konuşmaya başladı;


"Nihayet Sabırhane'ye geldin, yıllardır bekliyorduk seni."