Hep gece mi getirirler bu çaylakları, kahpe olasıcalar. Açılmaz bu kapı güneşe kadar, kapıda yatasıca seni. Söylemezler mi ki bu bızdıklara akşam bu kapı açılmaz diye. Çükleriniz kopsun sizin emi. Git geri sende be adam, git sabaha gelirsin anca, Kahya efendi olmadan açılmaz bu kapı. Gözü çıkasıca Kahya efendi söylemedi de sana içeri girilmez diye dimi. Aaahh ah" 


Derviş, ne yapacağını bilemez halde bekledikten sonra kapının önüne bağdaş kurup sırtını duvara yasladı. Yorgunluğu oturduğu anda vücudunu sardı. Ne dediği anlaşılmayan fısıltılarla birlikte dudaklarında dualar kımıldatmaya başladı. Çok geçmeden sanki son nefesini veriyormuşçasına, ruhu bedeninden narin bir şekilde ayrılıyormuşçasına başı omzuna devrildi. Bu gece burada uyumaktan başka yapacak bir şeyi yoktu. Avluda ruhunu kemiren görüntüleri izleyerek uyumasına karşılık, kapının ardından nelerin, kimlerin çıkacağını bilmediği bir denklem içinde huzurla uykuya dalmıştı. 


Artık dışarıda fırtınalar dinmiş, yağmur yağmayı bırakmıştı . Sabırhane daha net görünüyordu. Kara bir denizin ortasında, karadan da kara bir kale kendini belli ediyordu. Sanki koca bir leğen siyah boya, fütursuz bir devin eliyle Sabırhane'nin tepesinden boca edilmiş ve elleriyle duvarların her yerine yedirilmiş gibiydi. Bu karartının ortasında ruh sahibi olan yaratıkların ciğerlerine bir parça nefes aldıracak tek şey; beyazlara bürünmüş ve beyaz bir kargayı iki eliyle gökyüzüne fırlatan Kahyaydı. Kahya, beyaz karganın pençesindeki sarımtırak kağıda yazılmış notu ıslanmasın diye küçük bir fanusa koymuş ve düşmesin diye de beyaz karganın pençesine düğümlerle iyice tutturmuştu. İki kelimelik bu notun kime, nereye gideceğini bir tek Kahya, beyaz karga ve gideceği yerdeki kişi ya da kişiler biliyordu. Kahya, eşsiz güzellikteki yazısıyla adeta harflerden bir tablo çizercesine yazdığı "Derviş geldi" yazısına cevabın gelmesini bekleyecekti artık.