Sâdık, Kulalı. Aracımın bozukluk gözündeki beş, on kuruşları görünce "hocam, bunlarla bir şey almayın sakın, hurdacıya satın. Bunlar maden olarak daha değerli " diyecek kadar Kulalı. Bu yaşında yani, para işlerini benden çok daha iyi biliyor... Dokuzuncu sınıfta bir karıştı boyu. Sonra araya pandemi girdi ve Sâdık, sınıfın uzunlarından biri olarak geri döndü. İşte bu, yani bir öğrencinin yaz tatilinden on santim uzamış olarak okula geri dönmesi, öğretmenliğin en sürprizli yanlarından biri... Sâdık, galiba bağlama ile girmişti okula ama zamanla, iyi bir kanun icracısı oldu. Sokak müziğinden kazandıkları ile ailesinden harçlık almayı bırakacak kadar iyi...


Ben, efendim, kulaklık denilen naneye pek alışamadım. Bunların ya birinden ses gelir birinden gelmezdi ya da muhakkak biri, intihara kalkışırdı. Ne zaman kulaklık taksam, bir elim sürekli düşeyazanı düzeltmekle meşgul olurdu. Öyle bir duruma gelirdim ki mesela şehirler arası bir otobüste isem muavine "gardaş, kurban olayım varsa bir bant getir de yapıştırayım şunları" diyecek olurdum. O sebeple ben, müziğin sesini dışarı vererek dinlemeye aşina oldum. Seksenli yılların Amerikan filmlerinde hani, siyahi kenar mahalle vatandaşları çift kaset çalarlı teyplerini omuzlarına alıp dolaşırlardı ya sokaklarda; işte ben de onlar gibi bir karışlık telefonumu omuzuma koyup öylece dolaşmaya başladım okulda. Nöbetçi olduğum salı günleri, omuzumda türkü sesleri ile tuvaletlere ve yangın merdivenlerine sigara baskını yapmaya başladım. Ama baskın dediğime bakmayın siz; bizim öğrencilerin öyle kötü huyları yoktur. Bazen, yangın merdivenlerinde öpüşürler sadece. Bana sorarsanız mesela bu da zararlı bir alışkanlık gerçi; çünkü ilk öptüğün kişiyi unutmak çok zor oluyor...


Sâdık'ın gezer-çalar olduğunu söylemiş miydim? Evet, Sâdık bir gezer-çalardır. Bağlamasını bel hizasında sabitler ve öylece çalarak okulda gezinir bazen. Benim omzumdaki telefon, onun göbeğinde bağlamaya dönüşmüştür yani. İki gezer-çaların yollarının kesişmesi ise evrensel bir kuraldır. Nihayet Sâdık bir gün, beni öylece koridorda müzik dinlerken görünce yanıma geldi ve "hocam, isterseniz birlikte çalıp söyleyelim" dedi. İşte böylece bizim, koridor konserlerimiz de başlamış oldu.


"Ayağında kundura/ Yar gelir dura dura..." İlk söylediğimiz türkü bu olmuştu sanırım. Sonra Neşet babadan Acem Kızı, Musa Eroğlu'ndan "Mihribanım..." Teneffüs bittiğinde ya ben "ciğerim şu türküye çalış, bir dahakine onu söyleyelim" diyordum ya da o "hocam bakın, şu türkü de güzel" diyordu. İşte böylece, kimi vakit istek türkü söyleyerek kimi vakit bağlama eşliğinde tuvalet ve yangın merdiveni baskını yaparak geçirip bitirdik bir yılı... Ve Sâdık, mezun oldu bu yıl.


Ne diyorum biliyor musunuz; "insan hâtıradır." Hâtırası olmayan insanı hatırlayamıyoruz da. Öylece silinip gidiyor bazıları, sanki hiç tanışmamışız gibi. Sâdık, öylece kalacak zihnimin bir köşesinde. On, yirmi, otuz ve -daha da yaşayabilirsem- kırk yıl sonra bile, bir dünya yaşanmışlığın arasından bulup çıkaracağım onu. Ve "hatırlıyor musun ciğerim" diyeceğim; "bir anadan dünyaya gelen yolcu..."




22 Temmuz 2022

Gültepe