Sanat dünyasında sıradan günlerden birisindeydik. Sanat dünyasında yaşamak, üretmekten ibaretti. Bu dünyanın ölüleri üretmekten ziyade sanatı tüketerek yaşardı. Emre ve Burhan bir yıl önce elim bir kaza sonucu ölmüşler ve kabir azabı için kütüphaneye gönderilmişlerdi. Bayramdan bayrama eserleri okunur ve anılırlardı. Kendileri ise kütüphanede sabah 8 akşam 5 arası okuyarak vakit geçirirlerdi. Günün geri kalan vakitlerinde resim, müzik, heykel, mozaik, fresk, vitray, ebru vs. sanat ürünleriyle ilgilenirlerdi.


O gün çok başka başlamıştı. Burhan uzun yıllar sonra ilk defa 9 saat kesintisiz uyumuştu. Kendisi de bu duruma aşırı şaşırmıştı. Emre ise rüyasında çay ve sigara içtiğini görerek uyandığı için özlem duyuyordu. Kütüphane henüz açılmamışken buluştular. Kütüphaneye doğru yürürken birisi rüyasından diğeri de çok uyumasının verdiği yorgunluktan bahsediyorlardı. Emre’nin rüyası, ikisi için de oldukça etkiliydi. Üretmeyi bıraktıkları yani öldükleri günden beri çay ve sigara ikilisini bir arada içememişlerdi. İkisi de çaya ve sigaraya olan özlemlerinden bahsetmeye başlamışlardı.


Nihayet kütüphaneye geldiklerinde biraz şaşırmışlardı. Kütüphane görevlisi dışında kimse yoktu. Tadilat olacağı için kütüphane kapalıymış. İlk defa böyle bir durumla karşılaşmışlardı. Bu durumun kendilerine ne getireceğinden habersiz olarak sevindiler. Bir yıldır yaşadıkları her gün bir öncekiyle aynı olduğu için farklı bir gün olma ihtimali, sonucunun kötü olma olasılığına rağmen mutlu etmişti. Kütüphaneden biraz uzaklaşarak ne yapmalıyız diye düşünmeye başladılar. Çeşitli fikirlerinin her sonucunda sigara ve çay vardı. Adem’in yasak elmayı yemesini unutmuş gibi davranıyorlardı. Onlar için de üretmek, üretirken klişeleşmiş çay ve sigara kullanmak yasaktı. Son olarak “Bir çılgınlık yapalım mı?” dediler.


Tanınmamak için maske, gözlük, şapka gibi şeyler kullanarak önce bir sigara aldılar. Sigara fiyatlarının bir yıl öncesine göre üç kat artması da oldukça morallerini bozmuştu. Çay ne kadar olmuştur ki diye tartışarak yazarların bulunduğu çay ocağına gittiler. Eskiden de oraya takılırlardı. Burada çay ve sigara eşliğinde yazmaya çalıştıkları görünürse sonları kötü olabilirdi. Bu sebeple tanınmak istemiyorlardı. Yüzlerine bakan olsa belki tanınacaklardı ama herkes kafasını gömmüş bir şekilde yazmaya odaklandığı için bu ikilinin geldiğini bile fark eden olmamıştı. Çay siparişlerini verdikten sonra onlar da diğerleri gibi kafasını gömmüştü. Konuşurken bile kafalarını kaldırmamaya özen gösteriyorlardı. Çay ve sigara eşliğinde yazmaya da çalışıyorlardı.


“Emre!”

“Buyur?”

“Ne yazmayı düşünüyorsun.”

“Bilmiyorum, buralar çok değişmiş. Odaklanamıyorum.”

“Benim için sorun yok da ne yazacağımı bilmiyorum.”

“Ben müzik eşliğinde yazamam ki.”

“Ben müzikle yazmaya alışkınım da sevgilisini üç yaşındaki kardeşinden kıskanacak bir kafanın sesiyle zor.”

“Ben buna razı oldum gibi. Bir yıldır cennetten çiçek topladığını zanneden bir kafanın yanındayım. Cennete düştüğüne sevinemez mi, bir insan? Ben sevinemiyorum. Seninle sırt sırta veriyoruz ama karşımda neler olduğunu bir görsen. Keşke yan yana olsaydık.”

“Yok, abi aman. Ben katlanamam o kadına.”

“Bu nasıl bir öz güven? Hemen cennete gelmeyi düşünüyorsun. Diyorum ki ben de cehennemde olsaydım.”

“Tövbe de! Ben ilk başta kendi eserlerimle başladım diye isyan ediyordum da düşün kendi yazdıklarımı bile beğenir oldum. Lise yıllarında genelde liselilerin yazdığı bir site vardı, hatırlar mısın? Orada yazılan hikâyeleri okutuyorlar bana.”

“Sen de oraya yazmayı denememiş miydin?”

“Deneme değil ya. Bir iki bir şey karalayıp silmiştim. Popüler olduğundan. Bu Bi’ Sanat’ı özledim, ben. Orada öğrenmiştim yazmayı. Yazdığım şeylere ilk defa orada karşılık bulmuştum.”

“Sen de aynı şeyi mi düşünüyorsun?”

“Bu Bi’ Sanat’a farklı bir mahlasla yazmayı mı diyorsun?”

“Onu ne ara düşündün ya? O değildi ama olabilir, belki yeniden üretmeye izin verirler de kurtuluruz. Şimdiye kadar böyle bir şey yaşanmadı ama neden ilk biz olmayalım. Çiçeklerden nefret etmeden kurtulmam lazım.”

“İlk değil ya. Teoman da kurtulmuştu.”

“Bizim alanımızda ilk olabilir.”

“O zaman hadi yazalım.”



Bir süre boyunca sessizce yazmaya çalıştılar. Bu sırada çaylarını defalarca tazeletip yeni sigaralar da yaktılar. Emre sessizliği bozmuştu.


“Ben bitirdim. Sen ne yaptın?”

“Ben de bir taslak çıkardım. Taslak olduktan sonra hızlıca yazarım. Okusana ne yazdın.”

“Başlıyorum. Dörtyolun birleştiği yerde buluşmuşlardı. Ne yapacaklarını bilmeden bir çay ocağına geçtiler. İkisinin de yaşamaya dair hevesi kalmamıştı. Varoluşlarını sorguluyorlardı.”

“Dur bir saniye. Şu anı mı yazdın, Emre?”

“Evet, yoksa sen de mi?”

“Evet.”

“Yine mi kaza, Burhan?”

“Yok, sakin ol. Biraz farklı gibi duruyor. Okuma hiç bilmeyelim. Bilirsek bilinçaltımıza işleyebilir. Seninki daha ütopik olmuş. Ben daha gerçekçi bir anlatımla bugünü anlatmaya çalıştım.”

“Bunu okurlarsa direkt yasak şeyler yaptığımız ortaya çıkmaz mı?”

“Benimkinin de ütopik yanı o olsun. Hem adımızı bile vermeyeceğiz. Bizim dışımızda yazar mı yok kütüphanede?”

“Haklısın o zaman siteye yollayalım.”

“Evlere dağılalım. Ben birkaç saate atarım. Aynı vakitte de atmayalım ki dikkat çekmesin.”

“Olur. Yarın kütüphanede görüşürüz o zaman.”


Birbirlerine veda ettikten sonra heyecanla ikisi de evin yolunu tutmuştu. Burhan, eve geçtikten sonra öyküsünü tamamlamış ve paylaşmıştı. Emre ise çoktan paylaşmıştı. Burhan paylaştıktan sonra ise yine bir benzerlik ve klasikleşmiş söz dizileri olduğu ortaya çıkmıştı. İkisinin de evine ani baskınlar yapılmıştı. Bu durum, Sanat İstihbarat Teşkilatı’na kadar intikal etmişti. İkisini de hapse atmaya karar verdiler. İkisi de ayrı ayrı hücrelerde tek başlarına kalacaklardı. İmkânları olan sanatı sadece kendileri için yapma özgürlüğüne sahip olacaklardı. Her mahkemeye çıktıklarında ürettiklerini göstereceklerdi. Değişim göstermeleri halinde değişimin oranına göre tekrar kütüphaneye veya direkt yaşamaya yani üretmeye geçecek ve hücrelerden çıkacaklardı. Sanat, sanat içindir anlayışıyla çıktıkları yolda, sanat, toplum için anlayışına yaklaşarak eserleri çakışan bu ikili bundan sonra sanat, kendim için anlayışıyla hücrelerinde üretim yapacaklardı.