Dünyanın en yetinmesiz varlığı olarak başı belirsiz, sonu muğlak bir haldeyiz. Ucuz politikalar, korkusuz iktidarlar, en başta cesaretsiz bir hayal gücünün içindeyiz. Tüm bu hissedilenlere, bu akılsız oyunlara bir yaş ortalaması verilebilir. İçinde bulunulan belirsizlik ile yaşanılan ülke, ekonomik durum ve siyasal olaylar da açıklanabilir. Bahsedilenler binlerce insanın içine düştüğü karmaşayı geçirmeyecektir. Nasıl ki akılla var edilmiş her şey akılla yok edilebilir. İnanmak ve yaratmak metalar için mümkün sayılabilir. İnanmak ve bir yol oluşturmak şimdi ve sonrası için bizlere güzergâh çizecektir. Şimdinin belirsizliğini yok etmeden gelecek için net bir görüntü çıkarmak mümkün olmayacaktır.

Hedefler ve arzulanan her şey insanı bir yola çıkarır. Çıkılan yolda ulaşılan her ne ise kendini çok çabuk tüketir. Dolayısıyla insan her zaman bir ütopya içerisindedir. Sözlük anlamı gerçekleşmesi olanaksız tasarı ya da düşünce olan kelime, insan için bugünü ve yarını var edecek en büyük metadır diyebiliriz. Ütopyalar imkansızlıkları bel kemiğinden kırabilir ve yaratma gücünün akılsızlıkla kör edilmeye çalışıldığı dünyayı tam dört yanından yırtabilir. Ütopya, kimi zaman bir yanılsama olarak görülse de ütopyasızlık; teslimiyet, çürüme ve yok olma olarak açıklanabilir. Ütopya bir gelecek düşü, kaygıların gerçekliğe başkaldırıp hayal gücüne teslim olması demektir.

Geleceğin belirsizliğini saklayabileceğimiz her yere saklayıp pembe bir dünyaya bakmaktan değil, bugünü bilinç ve akıl ile kurtarıp yarına inanmaktan bahsediyorum. Hayal gücünün bilinen her şeyden önce geleceğinden ve hayal gücü olmadan hiçbir şeysiz kalınacağından bahsediyorum. Yola çıkmaktan ve yaratmaktan bahsediyorum. Küsüp körelmekten değil, üzerine gitmekten ve yorulmaktan bahsediyorum. İnsanı yoran bir hiçsizlik yerine, insanı yoran bir inanma gücünden, kabiliyetten ve çabadan bahsediyorum.

Tüm bu paragraflar, bu uzun cümleler, bu süsün içindeki belirsizliği anlatacak iki kelimeyi sona sakladım. Gelecek kaygısından bahsediyorum. İçinden çıkamadığımız ama içine de ulaşamadığımız şu saç döken, omurga eğrilten, uyku düzenini bozan bir şeyden bahsediyorum. Bunları yaşarken yürümek yerine, yorulup oturduğumuz, kendimizi herkesten önce mağlup ilan ettiğimiz bir ütopyasızlıktan bahsediyorum. Sadece sekiz dakika oyalanmaktan ve içine düştüğümüz boşluktan kaçmanın bize ne büyük zaferler vereceğinden de bahsetmek istiyorum.

Bugünden kaçmadan yarına ulaşmak zor. Dünyanın karın boşluğunda durmadan kasılıp gevşemek zor. Yolu çizmek ve yola çıkmak zor. Berbat olan her şey karşısında "Olsun, denedim." demeyi, her yenilgimde "Olsun, deniyorum." demeyi aylardır deniyorum. Aylardır "Olsun." diyorum. Oturup ağlamakla hareket etmek arasında bir seçim yapmam gerekiyordu. Yaptım. Bunları karşıma geçen kimse söylemedi. Onlar sıkıcı şeyler söyledi: "Okulunu oku, iş bul…" "Ne bileyim hiç kimse bana evden çıkıp bir kahve içmenin ne büyük zafer olduğundan bahsetmemişti." Ben şimdi kendin için o küçük şeyleri yapacak olmanın sana ruhsal ve fiziksel olarak çok yardımcı olabileceğini anlatacağım.

Bir de kum torbası baktım, odam için düşünüyorum. Çok ciddi baktım; sağına, soluna baktım. Diyelim ki orada sekiz dakika oyalandım. "Nereye koyarım, nasıl daha iyi olur, bu iyi midir?" diye düşünerek... "Bu anlamsız, gereksiz düşüncelerin bende yaptığı muhteşem şey şuydu: derine düşmekten kurtuldum." Sekiz dakikalığına emeklemen gerek. Bir yerde defalarca ip kopuyor. "Ya artık yapmayacağım, yapmak istemiyorum." düşüncesine dönüşüyor. Duyguların dönüştüğü her şeyin karşısında kendin için durman gerek. Yol yürümek için ve kendin için durmaman gerek!