Küçük yerlerde alkollü mekanları şehrin dışına koyanlar, oraya gidenlerin şehre nasıl döneceğini umursamazlar. Biri zurna, biri baygın iki sarhoş yol alıyordu gecenin kör karanlığında. Zurna, baygından bir sigara çalıverdi. Camı araladı, ecnebi radyosunu açtı. Kararlı gidişini sürdürdü.

Yokuş aşağı, virajlı bir yoldan bağlanacaklardı anayola. Selim, bunun bilincinde yavaşça kullandı arabayı, eliyle tempo tutarak aştı virajları. Canı sıkıldı, Alp’i dürttü, ‘’Uyan lan, canım sıkıldı. Senin beni ayık tutman lazım, benim değil’’ dedi. Alp ağzına hemen tütün koydu, doğruldu. Bir sigara da Selim’e uzattı. İlk nefesten sonra kahkahayı bastı. ‘’Ne ara geldik oğlum arabaya, ne zamandır uyuyom ben?’’ Selim devam ettirdi kahkahayı olduğu yerden ‘’Sen eve gidince uyuycan asıl sonsuza kadar, Hacı Mustafa görmesin seni’’ dedi, ardına bir kahkaha daha attı. Yalnız başına, Alp gülmedi. Gerildi. ‘’Babam beni mahveder Selim, n’apcam ben?’’ Selim hala gayriciddi, ‘’Ben içmedim baba, Selim içti, kokusu sindi dersin’’ dedi gülüşün sürdürdü. Alp ‘’başlarım senin dalgana, zaten iyi değil aramız, gebertir beni!’’ diyerek ciddiyete davet etti Selim’i, Selim icabet etmedi. Çok ayıp Selim. Üstüne ‘’Sen kimsin de bana bağırıyorsun lan Alp’’ şeklinde çıkıştı Alp’e. Alp bağırmamıştı, ‘’bağırmadım’’ dedi. Birkaç kere daha tekrarladılar bu sekansı, farklı sözlerle…

En son Alp ondan beklenmeyecek şekilde, ‘’ya bi sikt…’’ derken Selim onu böldü, Alp çok bölünüyordu. ‘’şşş’’ dedi şahadet parmağı havada, eğildi radyoya doğru, dikkatlice dinledi. Ses radyodan değil, ses sisteminden geliyordu ama Selim zil zurna sarhoştu. Ecnebi radyosunda ‘’Hey You’’ çalıyordu yine Pink Floyd’dan, fırsattan istifade Alp kafasını öte yöne çevirdi. Selim sesi açtı, ayılmışlardı.

Yine aynı gitar tonları vardı şarkıda ama daha akıcıydı. Nihayet bir şeyler çözmüş bir kuşun uçuşu gibi süzülüyordu kulaklarında bu şarkı. Selim anayola çıkmış olmanın verdiği cesaretle daha bir kökledi gazı, gökyüzünde olmasa da yeryüzünde süzülüyordu o da.

Şarkı ‘Open your heart, I’m coming home’ kısmına geldiğinde, Alp’e döndü Selim, sözü açıklayacaktı.

Bildiğiniz gibi Alp İngilizce bilmez. Selim de çok yardımsever bir sarhoş. Alp’in yüzünde giderek parlayan bir beyazlık gördü Selim. O ışık Alp’in korkusunu da aydınlattı az sonra. Selim bunu gördü, anlayamadı.


Devresi gün mezarlıkta buluştu Alp ve Selim. Kapalı bir kutunun içinde, ne Alp hiçten dertleriyle sıkabildi Selim’i ne de Selim onu dinlemezden gelebildi. Gelemezdi. Onları son yolculuğuna uğurlamak isteyenler doluştu mezarlığa, başta genç yaşta oğlunu kaybetmenin acısı içinde Hacı Mustafa, sevildiğini bilen, duymayan Necla vardı. Hacı Mustafa’ya yaranmak için orada bulunanlar da vardı, onları gerçekten uğurlamaya gelenler de, mesela Ocakçı İbrahim ile Cemal. Cemal kapkara bir takımın içindeydi bu sefer, cebinde bir beyaz mendil, dün geceki günahlarını silmeye çalışıyordu dudaklarından, gözyaşlarıyla bezeyip. Alp’in korkusunun aksine hiç kızmadı Hacı Mustafa, sessiz bir şekilde kabullendi oğlunun gidişini, ölüm hep Allah’tandı, kıyamete kadar da öyle olacaktı. Arka arkaya koydular musalla taşının üstüne bu kadim arkadaşları, imam helalliklerini istedi hemen sonra. Hacı Mustafa helal etti, hiçbir sebep göstermeden.

Necla helal etti, sevildiğini hiç duymamıştı hakkı vardı.

Cemal helal etti, servis ücretini.

İbrahim, onların aksine, helallik istedi. Bayat çayı bilerek vermişti, çok üzüldü.


Her şey planlandığı gibi gitmez, hatta bazen planlara hiç ihtiyaç duyulmaz. Ne kadar ölçülürse yahut tartılırsa tartılsın; hayat, ölçüsünü bilir. Kader, çoktan vermiştir fermanı. Her insanın farklı olmasına gerek yok hikayesi olması için, olağanüstü olmasına da, sıradan iptilalar ölçüsüdür hayatın.