Alplerin evin önüne yanaştı. Tahmin ettiği üzere Alp çoktan hazır apartmanın önünde sigarasını tellendiriyordu. 10-15 saniye kadar "Oğlum arabaya bununla binmeyeyim." "Yok bin, bir şey olmaz." "Kokmasın." Muhabbetini jest ve mimikleriyle yaptılar. Nihayetinde sonuçlandı tartışma, Alp ve pek değerli sigarası arabaya bindi. Selim, "Daha var değil mi sigaran?" diye sordu. Alp usulca kafasını salladıktan sonra camı hafif araladı Selim, müziğin sesini açtı ve gazı usulca kökledi. 10 dakika kadar hiç konuşmadan yol gittiler. Yeni bir şarkı çalmaya başladı ecnebi radyosunda, Selim hemen girişinde tanıdı parçayı. Güzel bir bas gitarla başladı şarkı, derinden ekolu sesler geldi peşi sıra. Selim, Alp’e dönerek Biliyon mu lan bu şarkıyı?" diye sordu. Alp bilmiyordu ve açıkçası çok da hoşuna gitmemişti. "Yaz," dedi Selim "Pink Floyd – Comfortably Numb yaz" sonra harfleri teker teker söylemek zorunda kaldı. Alp’in İngilizcesi pek iyi denemez, hatta yok hükmünde. "Sözlere bakmadan önce bi’ sigara versene.’’ dedi Selim. Alp ve keş rüzgâr şaşırdı, ikisi de sorgulamadı.

Sigarayı yaktı, mahallede öğrendiği içine çekme tekniklerini denedi, öksürdü. Nihayetinde konforlu boşluğunu, sigarayla anmayı başardı.

Selim, dumanına duman katarken tepede ay, sigarasının dumanını aydınlatıyordu. O, dumanın peşine doğru sürdü.

Duman onu 70’lerin İstanbul’undan kalmış gibi görünen köhne bir meyhaneye kadar getirdi. Cemal’in yeri burasıydı, girdiler. Alp hem uykulu hem şaşkındı. Şarkılar uykusunu getirmiş, Selim’in onu meyhaneye getirmesi de şaşırtmıştı. Bir taraftan tedirgin hissediyordu Alp, ya tanıdık biri çıkarsa düşüncesi rahatsız hissettiriyordu onu. Babası Mustafa amca, saygın ve tutucu bir esnaftı. Hemen herkesle tanışır ve tanıştırırdı Alp’i. Alp’in bir bakıma kazanılış yönünden haksız bir şöhreti vardı. Ama ferman verilmiş, girilecek ve hatta başarılabilirse Selim'i gitme planından vazgeçirilecek, hedefi belirlemişti Alp.

Selim, Alp’e göre çok rahattı. İsteyen istediğini düşünsün, aynı günahın günahkarıyız biçiminde bir görüşü vardı. "Hem ayıplasalar ne olacak, gideceksin ya Selim.’’ dedim ben de ona. O, bunu duymadı.

Selim ustaca lobiyi geçtikten sonra faslın ve masaların ardında olduğu büyük kapıya ulaştı. Kapının başında yeleğinde altın rengi işlemeler olan siyah papyonlu genç, nöbet tutuyordu. Cemal’in bahsettiği "çocuklardan biri’’ o olabilirdi. En tok sesini takındı "Cemal Abine haber ver bakayım, misafirleriyiz’’ dedi. Bu tavır, onu kendinden uzaklaştırdı. Çocuk içinden kalayladı Selim’i, dışına ‘’tabii abicim’’ olarak yansıdı küfürler bütünü. 2-3 dakikalık bekleyişin ardından, ceket cebinde gömleği ile hiç alakasız mendil takan Cemal belirdi. Kollarını iki yana açarak yaklaşıyordu. Bu, Cemal’in birazdan "yağlayacağı" müşterilerini karşılama biçimiydi. "Vay Selim’im, vay Alp’im, hoş geldiniz." tümcesini şen şakrak kahkahalarla bezeyerek geldi Cemal. Anason ve köfte yağından müteşekkil ağzıyla bol sulu öptü onları, sarıldı. Alp ve Selim henüz sarhoş değildi, pek hoş bulmadılar bu yüzden.

Cemal tek eliyle ittirdi kocaman kapıyı. Karşıladı onları sağlı sollu dört aynalı kolon, gölet boyunca boydan boya cam, birinin önünde fasıl ekibi. Hatta fasıl ekibi selam bile verdi. Onlar bunu görmedi.

Cam kenarında sahneye yakın bir masaya buyur etti onları Cemal. Masada "rezerve’’ kartı vardı. Selim, "Aferin Cemal’e,’’ diye geçirdi içinden. Bilmiyordu ki her zaman birkaç masa rezervedir Cemal’in yerinde. Yeter ki yağlayacak müşteri olsun.

Üçü oturdu masaya garsonlar biraları getirdiler hemen ardından. Biraya aşinalardı, hatta Selim ilk yudumdan sonra "Fıstıksız olmaz Cemal.’’ dedi. Cemal el etti. Fıstık koşarak geldi. Yanlış fıstık olduğu anlaşıldı, kuru yemiş cinsini getirdi çocuklardan biri. 40-45 dakika konuştular, hiçbir şey hakkında, üçer bira içildi, Cemal’inkiler dahi hesaba dahil edildi. Fıstık, müessesedendi.

Köftelerin masaya tezahürü ardından Cemal müsaade istedi. ‘’Müsaade senindir Cemal’’ denildi. Şarap seçer gibi rakı seçti Selim. Masaya buz dolu kâse ile birlikte kiloluk rakı geldi. Şimdi diyeceksiniz "Selim madem rakı içmiyor, nasıl rakı seçiyor?" Gelmeden önce araştırdı telefonundan, bu sefer telefonundan da akıllı Selim.

Nihayet başlayacak gibi oluyorlardı, çocuklar masaya ha bire meze koyuyordu. Ardına da masada yer açma telaşı. Bir türlü başlayamıyordu rakı faslı. Selim beşinci seferde farkına vardı, garsonların ulusunu çağırdı yanına, "yeter" dedi. Yetti.

Rakı, efkâr içkisidir başlangıçta; sona yaklaşırken ince bir kederle duygulanır içenler, dertsiz tasasız kahkahayla sonlanır gecenin bitimi. Aslında bütün içkiler yeterli miktarda alındıklarında aynı tesiri bırakırlar. İlk dubleyi çok yavaş içtiler, tadını beğenmediler bu anason aromalı ağır içkinin ancak "erkekliğe yaraşmaz" diye düşündü ikisi de gayet telepatik. Köfteyle taçlandırdılar her yudumun sonunu, sonrası su gibi aktı.

 Alkol, kör eder hisleri, bir diğerini güçlendirirken. Benzer bir zaman çizgisinde ilerledi onlar da, şişenin yarısına kadar Alp, ikna etmeye çalıştı Selim’i. Başarılı olamadı, vazgeçti.

Şişenin diğer yarısında da Alp konuştu, kendiyle alakalı. Selim bu defa dinledi. Alp’in derdi Selim’e göre çok küçüktü, dert değildi. Ama derdin göreceliğini kavradı Selim, usulca dinledi. Aklınca akıl verdi. Alp’in gözlerinden düşen birkaç damlaya o da eşlik etti.

Selim "Ben bu sabah gitcem.’’ diye yine böldü Alp’i. Alp bu sefer çok içerledi, içti. "Gitme.’’ dedi son bir, nafile.

"Senden bir şeyler isticem, yarın gitmeden önce vekalet vercem sana, dükkanla tarlayı sen satarsın. Sattıktan sonra bir kısmıyla Necla’ya yüzük al benden size düğün hediyesi olsun. Kalanı hesabıma atarsın, acelesi yok, birkaç ay idare edecek param var.’’ şeklinde detaylı bir görev verdi Alp’e. Alp kafasını salladı. Kadehini kaldırıp, "eyvallah, yolun bahtın açık olsun.’’ dedi. Selim kadehini tokuşturdu. Alp ondan beklenmeyecek bir hızda kavramıştı "adabı."

Alkol, hisleri öldürür demiştim. Karar alma, sorgulama becerileri düştü ikisinin de, kalan mezelere eşlik bir ufak daha rica ettiler çocuktan. Çocuk, emir telakki etti. Büyük bir hızla bitirdiler onu da. Selim, baygın gözleriyle hesap işareti yaptı. O sırada mekânın kapanışını yapan Cemal’in gözleri parladı. Kahverengi deri bir defterin içinde getirildi hesap, bizzat Cemal tarafından. Selim’in baygın gözleri açıldı fal taşı gibi, "Ulan her şeyi anladım da kuver varken neden servis ücreti kesiyosunuz!’’ diye çıkışıverdi gayet sarhoş Selim. Bu işin gayet kompetanı Cemal, göğsünde yumuşattı bu başkaldırıyı, "İkisi ayrı şeyler Selim’im, kuver; suyun, ekmeğin parası, servis ücreti çocukların ekmek parası, bahşiş yani.’’ diyerek savuşturdu. "Ödemiyorum Cemal’im, kardeşim ben bu servis parasını, güvenmiyom sana, nereden bilcem çocuklara gideceğini?’’ diyerek çok halkçı bir noktadan itirazı sürdürdü Selim. Cemal’in "Ama olmaz, yani’’leri arasında servis ücreti olmadan ödedi hesabı. Alp bu sırada yüzünde salak bir sırıtışla uyukluyordu. Girdi koluna sarhoş kahraman Selim, baş koydu lobi yoluna. Aynı çocuk bekliyordu, aynı kapı önünde. Eliyle yanağına vururcasına dokundu çocuğun, cebinden iki büyük banknotla araba anahtarı çıkardı, "Hadi canım, benim arabayı getiriver.’’ buyurdu. Çocuk aldı banknotları, rulo yaptı, cebine sokuşturdu. Anahtarı aldı, gitti ve arabayı getirdi. Alp’i çocukla arabaya yerleştirdi Selim. Oturdu şoför mahalline, mekana baktı. Cemal uzaktan gülümseyerek el sallıyordu, dudaklarında okkalı küfürler. O, bunu duymadı.