bir yumruk, iki yumruk, üç yumruk. peş peşe böyle ölene kadar. ölmemişsin ama yemin ederim ölene kadar. insan, yeri geliyor tek gözünden aynı anda üç yaş düşürüyor. gök gürlüyor, bu kez korkmuyor. "korkacak hiçbir şey kalmadı kızım, hepsi gerçek oldu." sokakta ağlayıp eve girmeden gözlerini siliyor. kalbinde bin kıymık, bini de birbirinden güzel. 


sevgisi bunu aşamamış. dağları, ovaları, mesafeleri, tüm insanları, verilmeyen imkanları, kilitli kapıları, yüksek duvarları aşan sevgisi; bunu aşamamış. gözlerim bunu unutmuyor; böyle her baktığı yerde, her tabelada, her kağıdın üstünde sevgim bunu aşamadı yazıyor. güzel kıymıklar daha derine, daha derine, en derine. 


gide gide bir söğüde dayandım çalıyor. on yedi yaşındaki o beş çocuktan biri "eh be ablacım, ağzın yamuldu üzülmekten" diyor. bak benim omuzlarım, kollarım, ucunda ellerim, parmaklarım, tırnaklarım ağrıyor; bunu hangi doktora anlatabilirim? o kadar şeyi atlattık, bir gecede yüzümün şekli üzülmekten değişiyor. buradan atlamaya çalışmayalım yalvarırım, yoksa çok büyük düşer, parçalanırız.


ağzı açık bir kuyunun dibindeyiz, istersek cennet yaparız ama durmadan yağmur yağıyor. biz burada boğuluruz. biz burada çok geçmeden boğuluruz ama ölmeden önce seni seviyordum. bu gerçek bizi suyun üstünde tutmaya yetmiyor. ama ben o deftere, o gece ellerine sağlık yazmışım? hayatımda ilk kez çok güzel bir renge boyanmışım, gelincik kırmızısı. "hayatımda ilk kez solmadım çünkü koparılmamışım." şimdi toprağında solan gelinciklere anlatıyorum parçalanmak ne demek, yitirmek ne. uzatma elini, artık dokunamazsın, bu nasıl, bu ne? keşke hiç bilmeseydin.


o türkü, o şiir, o korku ve mihriban hanım haklıymış. üzgünüm canım kızım, gülüşünü soldurduk. hiç büyümeden öldürdük seni, kalbimde mezarın var. santimle ölçülecek kadar küçük, içine düşülecek kadar derin. 


şimdi ben buradan yalnız ama kalbimde üç tabutla, yani bilmiyorum nasıl?


sen de beni yendin kara orman. sen beni yendin.