Bugün gündemim sınırlarımızdı. Özellikle üzerinde düşündüğüm bir konu değildi aslında. Arkadaşım bana dönüp; ben yardım istemediğim halde insanlar bana neden el uzatıyorlar dediği zaman kafamda soru işaretleri belirmeye başladı. Mesela bizim sınırlarımız mıydı yoksa tahammül edebildiklerimiz ve göz ardı edebildiklerimizden mi ibaretti?
En yakınım dediğim insanlara sınırlarımı ne kadar esnettiğimi düşünmeye başladım. Kendime yetiyorum ve hep yetebildim diyen biriyseniz, çok keskin sınırlarınız oluyor hayatta. Bazen öyle keskin sınırlar ki; basanı gördüğünüz zaman bütün köprüleri yıkmak için çizgiye dokunulmasına karşı tahammülünüz dahi kalmıyor.
Öte yandan esnek bir karaktere sahipseniz, kendinize ait kırmızı çizgilerinize basılmadığı zaman kimin hayatınıza dokunup, kimin dokunmadığı pek de umurunuz da olmuyor. Yine de mesele gerçekten sadece sınırlar mı? Yoksa kime ne kadar tahammül edebildiğiniz mi bunu düşünmeye itiyor.
Eskiden sınır denilen şeyin asla geçilemez, esnetilemez olduğunu düşünürdüm. Hatta küçüklüğümden beri gözümün önünde şöyle bir imge belirirdi. Tıpkı kar küresi misali etrafımda camdan duvarla örtülü. En acı yanıysa bu camın içinde hissettiğim yalnızlık ve aşılmaz sınırların canımı yakacak kadar keskin olmasıydı. İlerleyen yıllarda bu duruş o kadar hayatımda otomatikleşti ki; hayatıma girmeye çalışan herkese kapıyı gösterip hayır daha öteye geçemezsin demeye vardı.
Ta ki bir gün çıkamadığım bir kapının ardında kalana kadar. Bu hem metaforik hem de gerçek bir hikaye. Ağlaya ağlaya gittim o kişinin hayatından çıkmaya. Neyi paylaşamadığımızı hatırlasam da burada paylaşmak istemiyorum. Gittiğim o evden, kapıdan çıkamadım. Hem hayatımda çıkmadığım için pişman olduğum tek kapı oldu hem de sınırların sandığım kadar keskin olmadığını öğretti bana.
İlerleyen yıllarda çıkamadığım o kapının vicdan azabını öyle bir taşıdım ki omuzlarım da aslında gösterilen çıkış kapısı olmasa bile ceketimi dahi almadan, arkama bir kere bile dönüp bakmadan gider oldum. O kadar çok insanın hayatından çıkınca, bunun yoruculuğu altında ezilip hayatıma kimseyi almama kararı aldım. İnanır mısınız belli bir süre oturup kahve içecek bile kimsem yoktu. Çünkü katlanamadığım biriyle oturup kahve içmektense; evde kendimle geçireceğim zaman daha kıymetli geliyordu. Hata nerde o zaman?
Sınırları esnetememekte. En yakın arkadaşım bana; izin ver insanlar hayatına girip çıksınlar. Kalıcı olanlar zaten kötü gününde bile yanında olsun dediği zaman kendime ördüğüm duvarları tek darbede yıkmayı başardım.
Başta ne kadar bocaladığımı anlatmama gerek yok herhalde. Bir anda sanki duvarların arkasında binlerce insan bekliyormuş gibi hissettim. Etrafımda ki insanları farkında olmayarak ne kadar çok itmişim. İttiğim herkes, sevgiyle sarılmayı görünce ne güzel kucak açtılar bana.
Sınırlarla ilgili öğreneceklerim daha bitmemişti çünkü hepimiz biricik olduğumuz için uyuşmadığımız ne çok nokta vardı bunu görmüş oldum. Sınırları kaldırsanız bile adına samimiyet denilerek aslında size uymayan pek çok davranışın arkasına sığınıyordu insanlar. İşte orada kime ne kadar tahammül edeceğiniz veya pozitif anlamıyla anlayış göstereceğiniz tamamen size kalıyordu. Hayatta anlamlandıramadığımız ne çok kavram vardı. Aslında anlayışımızın bittiği yerde sınırlar başlıyordu. Sınırların bittiği yer de dostluklar bitiyor muydu?