Small Axe hazmı kolay olmayan bir antolojisi dizisi; bir uzun, dört orta metraj filmden oluşan bir beşleme aslında. Yapımların konuları birbirleriyle çakışmasa da konu aldığı topluluk (Londra'da yaşayan Karayip göçmeni siyahiler) ve verdiği hissiyat ortak. Kendisi de bu topluluğun üyesi olan sevilen sinemacılardan Steve McQueen kendisinin, akrabalarının veya çevresinin yaşadıklarından yola çıkarak ırkçılık, sınıf ayrımı ve insanlık üzerine çok ciddi ve samimi cümleler kuruyor. Altta da biraz açacağım üzere, ırkçılık ve sınıf ayrımını kullanarak prim yapmaya çalışan yapımların ne kadar eğreti durduğunu Small Axe'i izleyerek açıkça görebilirsiniz.

Sonbahardan itibaren yıllık listelerini yayınlayan bazı kurum/yayınlar serinin ilk iki bölümünü öne çıkardılar ve hatta yılın filmleri listelerinde başa oturttular. Dizi-film kavramının muğlaklaştığı günümüzde, nitelikli birer filmden hiç aşağı yanları olmayan her bölüm için gayet kabul edilebilir bir durum açıkçası. Lakin beş yapımın da verdiği ortak duygudan ötürü ben bir dizi olarak ele almayı seçtim. Yine de bölümlere biraz değineceğim.

Serinin tek uzun metrajı olan Mangrove bir mekânın gerçek hikâyesini sunuyor bizlere. Karayip göçmeni bir ailenin açtığı ve giderek topluluğun buluşma yeri hâline gelen bir restaurant, Mangrove. Lakin polis bu mekâna açılış gününden itibaren gıcık olunca sürtüşmeler giderek isyana, ünlü bir yürüyüşe ve de hukuki bir davaya dönüşüyor. Benzer bir cümleyi 2020'nin popüler filmlerinden The Trial of the Chicago 7 için de kurabiliyoruz ve zaten iki yapım da farklı ülkelerde geçmelerine rağmen aynı şeyi anlatıyor. Lakin Aaron Sorkin'in kıvrak senaryosu ve albenisine rağmen Mangrove'da samimiyeti ve bunun filme verdiği gerçekçiliği resmen damarlarımızda hissediyoruz. The Trial of the Chicago 7 ise gerçek hikâyesine karşın Mangrove'un yanında kaliteli bir sirk gösterisine benziyor.

Lover's Rock ise oldukça deneysel bir iş. Çünkü klasik bir öykü yapısına sahip değil, bir ev partisinden hareketle duyguları aktarıyor sadece. Seyirci olarak sanki biz de partinin bir davetlisiyiz ve dans pistinde bazen samimi bir şekilde slow, bazen de ritmik olarak partnerimizle dans ediyoruz. Tüm dertler kapının diğer tarafında kalmış. Tek düşüncemiz partnerimizle hangi anda öpüşmemiz gerektiği (1980'lerdeyiz bu arada!). McQueen'in bu yapımda başardığı şey muazzam, tüm o duyguları verirken partinin katılımcılarından hareketle o döneme dair tespitler de yapabilmesi büyük bir meziyet.

Red, White and Blue ile Alex Wheatle bu topluluktan iki kişinin; geçmişlerine, onlara karşı olan önyargılara ve kendi önyargılarına rağmen hayallerini gerçekleştirme çabalarına odaklanıyor. Modern toplumun ne kadar modern ve medeni oluşu üzerine birer mesel adeta. Lover's Rock gibi yeni bir şey sunamasalar da samimiyet ve detaylardaki incelik görülmeye değer.

Son bölüm Education ise beni duygusal olarak zorladı ki Altyazı'nın diziyle ilgili videosunda da yalnız olmadığımı anladım. Şöyle ki yapım, ırkı ve sınıfı yüzünden düzgün eğitim alması devlet tarafından engellenen bir çocuğu anlatıyor. Anlatım şeklinde bir yenilik ve farklılık olmasa da -diğer bölümlerde olduğu gibi- konusuna sahip çıkışı ve tavizsizliği seyirciye de geçiyor. Tabii insan şunu da düşünüyor: İngiltere'de böyle yapılıyorsa ülkemizde neler yapılıyordur! Yapıldığını da biliyoruz ne yazık ki ve bunu bilmek bile can acıtıyor.