Pencerenden çekip gözlerimi, gölgemi düşürdüm yollara

Bir ikindi vakti, düşümde aniden:

İki yastık, birbirinin aynı

Nasıl bunca buz kesiği taşırdı bilmem

Biri ensemde küskün bir çocuğu öper gibi

Gündüze ve soran yüzlere kaç asır katlanmış

Biri senindi, yalnız senin, bir an aldandım

Seni ortalardan alıp

bağrına basan sisli uykular nerede?

İki yastık, birbirine tutunurcasına mıhlanmış

Yeminleri bıraktım, o son tren şimdi nerede?


İki yastık dedimse inanma.

Ben bir taş üzerinde uyumanın resmiyim

Cebimde son bir bilet parası, yırtarak geçebilirsem maviyi.


Düşümde çok sisli bir hafta sonu vardı

İki sokaklı bir kentte

kızarmış ekmek kokusu sardığında sabahları

Sabahlar uysal bir deniz gibi kayıp giderdi sanırım

Kalmaya yeltenmeden,

silerek kendini arzın dilinden.

Örümcek ağları ve gıcırdayan panjurlar

Devamlı çarpan, uyutmayan panjurlar vardı

Dinse şaşkına döneceğimiz kesindi

Bunun bir düş olmadığı kesindi

Söylenmeyecek her şeyi bir nefeste yitirdik, tükettik

Söylenmesi gerekenler nerede?

Şarkının en can aldığı yerde bitti ezberim

İki sesin anlaşıp

beyaz bir derde düştüğü geceleri

kim bilir ne zaman tükettik!


Orada, hep orada, her bakışta sis

Bütün iyi niyetleri leke gibi örterken sis


Bir yüzü yıldızlara bakan iki yastık,

Yirmilik diş gibi sızlayan başımın altında

Birbirine uzanan iki suskun el

Asla kenetlenmeyen, kenetlenmesi de gerekmeyen.

Fakat sizin dünyanızda bakmak ne?

Işıl ışıl bir su, bir yeni doğan

Ürkek bir ceylan mı

Değilse ne, akıtan bir çatı

Dağılan bir aydınlık, çalan bir kapı mı

Benimkinde gözlerin

Uykuya birdenbire yenilen

Ki uykun, gözlerimi boşa harcadığım

Uykun ki beni bakışsız koyan bir deprem.


Orada, hep orada, her bakışta sis

Ya göğsün, onun özünden ferle inen sis!


Her gün damla damla yunduğum o yastıklar nerede

Nerede, sirkelersem azalacağını sandığım gidişin

Bir bakışla avunan gönlüm, aldanan gönlüm

Güya hiç uslanmayan tenin nerede

İlk zamanlar çok çiğ, gözlere çok çiğ gelen o turuncu

-nereye baksak o, kedi bile-

Bir ucunu sana uzattığım pamuk ipliği,

Dibine vardıkça sönen ateş nerede!


Göremiyorum, bakmadım gördümse de

Bulamam başımı oyulan resimler üzerinde.

Fakat umut ne sizin dünyanızda?

Bir sönük yıldız mı kaymayı bekleyen

Değilse bir ateş böceği,

Encama açılan buğulu bir camdır belki

Uykuları gecelerden sıyırdım, geceyi uykulardan kurtarıp

Kavgayı bıraktım, sormayı da, bu son

İlk kim avunacak yedi kat elde,

İlk kim yetişecek

bir asır önce kalkan trene?