Zılgıt çeken bir köylüyü tasavvur edip zihnimde tasarruf ettim gülümsememden, yarın çok ağlarım diye. Çekincelerimi çekiştire çekiştire çekilmez bir hâle soktum. Bal mumundan heykellerimi ballandıra ballandıra anlatmadan hepsine baltayı vurdum. Galiba baltayı taşa vurdum. Şiir gibi resimlere bakıp şarkı gibi hikâyelerde kayboldum. Köklü değişimlere maruz bıraktım alacağım nefesleri.

Aşamazsam kendimi sen vur yüzüme. Parmak izin kalsın tenimde dülger balığındaki gibi garip bir imle. Kutsal bir dayak yiyeyim ve kanım toplansın kutsal kasede. Kanım yerde kalmazsa başım erer belki göğe. Hayatımın bundan sonrasını belirledim daireler içinde. Altın oranla attım imzamı. Göze, kulağa hoş gelen yanımı yenime koydum. Yeni bir maceraya başlarken derdimi bir an için unuttum.

Büyük bir hikâyeye başlamak için uzun bir yola koyuldum. Açık, zıvık bir hâlden gittikçe koyuldum. Yağmur öncesi bulutlar gibi koyuydum ama gökyüzü gibi ağlamadım, duruldum. Hep gökkuşakları, beyaz pamuk şekerden bulutları aradılar sözlerimde. Kafamda bir şimşek çaktı. Yıldırım atamadığım için yıldım kaldım bir köşede. Körebe oyununda gerçek körleri ebelemediğim için ebediyete değin ben kaldım ortada.

Kulağım nahoş bir dem çekti. Tekerlemeler icat etmeme az kaldı. Hiç denenmemiş bir şey yapmaya aklım takıldı. İsyan etmeden önce kendimi yordum, uğraştım.


“Her kelime bir kez kullanılmalı. Yapılabilir, neden olmasın ki? Uzun zaman geçmesine rağmen denenmemiş olması akla imkansızlığı da getirebilir, geriye kalan tüm ihtimalleri de. Bağlaçları da saymayıverelim yoksa işimizi kendimiz mahvederiz. Onlar bizim araçlarımız, amaçlarımız değil ki. Ben buraya yüz bir tane farklı isim de yazabilirdim fakat daha eğlencelisini denemek istedim. Haydi geriye dön ve bak. Her kelime bir kez kullanılmış olmalı. Bu, sondan bir önceki cümleye kadar…”

Saçma uğraşlarıma felsefe sosu dökmek istemiyorum on beş yaşını aştım on beş yıl önce. Daha gizemli daha kendine has daha dinlenir bir adam olma hayali kuran güruhun daha sıra numarası bile alamamış bir ferdiyim. Oysaki elimde dokümanlarım aklımda döküp saydıklarımla hazır beklemekteyim. Şimdi konuştursalar nefes almadan söylerim.


“Bir asansör konuşması hazırlıyorum. İniş çıkışlarımı onunla denetleyeceğim. Gereksiz çıkışlarım oldu bazılarına karşı. Bundan pişman olduğumu hissettiğimde asansörüme binip yukarılara çıkarken bu konuşmayı okumaya karar verdim. Birilerini alçaltıcı konuşmak onu yerin dibine, cehenneme -ki bence cehennem yerin dibindedir-  göndermek istersem de yalnızca elimdeki sayfaları değiştirerek yine asansörüme binip aşağı inerken yankılanarak hazırladığım o metni dile getireceğim. Beni duyun. Şu an apartmanın tam orta katında dört bir tarafa dağılmış mahvolmuşluklar gibiyim. Apartmanın en üst katından atlasam aşağı düşene kadar vurgun yerim. Kaç tane ihtimali elektrikleri kesildiği için iki kat arasında kalan bir asansöre sıkıştırıp bir süre gözümüzün önünde olmamasını sağlayabilirim? Bunun gerçekleşmesi de bir ihtimal. Ah şu paralel evrenlerin görece en kötüsünde olmasak ne güzel olurdu! Kendimizi mutlu edebilecek hiçbir yolumuz kalmamışsa farklı zamanlarda tekrar tekrar yaşadığımızı hayal edelim. Yoksa kendi kendime kaldığımda isimlerinizi telaffuz ettikten sonra başım dönene kadar aşağı yukarı gidip geleceğim.”

Tek nefeste söyleyemedim, gereken ciddiyeti de toplayamadım galiba. Uçağın inişinden önce kendi düşüşümü görmek beni üzer. Tarzımı değiştirmeliyim belki de. İsyankâr hâlime geri dönmeliyim.


“Zorunluluk hasar bırakır. Siz de beni zorunluluklarınıza mı boğacaksınız? Mahkemelerinizi kurun. Her yargı, hüküm bildirir. Her hüküm bir hükümlüyü mecbur kılar. Her hükümlü bir zorunluluğa maruz kalır. Zorunluluk hasar bırakır. Dönülür başa.”

Bence kime karşı olduğu açıkça belirtilmeyen her isyan gereksizdir, anlamsızdır. Dahası cesaretsizdir. İsyanda olmaması gereken her şeyi barındırır yani. O yüzden biraz önce başlattığım isyanı kendim sonlandırdım. Çoğu şey sonlanıyor çevremde. Saniyeler içinde gereğinden fazla hızlı değişiyor dünya. Olayı kendimden sıyırıvereyim. Hiçbir şey olmamış gibi sanki ben var etmemişim gibi bir şeyler mırıldanayım.


Oysa tek istediği dinlenilmekti. Kimse onu dinlemediğinde kayboluyordu. Kaybolan insan bedenen bir yerlerde vardır ancak yok olanı bulmak imkansızdır. O kimse tarafından dinlenilmediğinde yok oluyordu. Zaman geçince hakikat gün yüzüne çıktı. O gözden kaybolmuyor, yok oluyordu.

Ben orada olsam dinlerdim onu. Kendi kendimi dinlemekten bir hayli idmanlıyım bu konuda. Her duyguyu kendimde de yaşamak isterim. Tüm duygularım sanki ahir zamanda alınmış miras olarak da bazı kılıflar bırakılmış gibi. Bu yüzden hırslanışım ve sırıtışım omuzlarımdaki iki melek. Her şeyi onlarla çözmeye çalışıyorum. Hırslanıyorum, uğraşıyorum olmayınca da gülümsüyorum. Yine böyle bir hırslanışla almıştım uçak biletini, böyle bir hırsla aramıştım beni dinleyecek ve uçak düşerken beni hatırlayacak birini. Bu kez oynadığım tehlikeli oyun sonucunda gülemeyebilirim. Ama dikkatlice seçtiğim cam tarafı koltuğumda hayalimde acil çıkış kapısını bir anda açarken gülümseyeceğimden eminim.

En iyisi siz uçağınız düşmese de hatırlayın beni.