Alarmımı kurdum ama uyanamadım. Yediğim kültür mantarı yüzünden kültür şoku yaşadım. Karikatürize edip doğayı dağların arasından anlamsız dereler akıttım. O dereler yaz sıcağında kuruduğunda her kurbağanın prens olmadığını ellerimdeki siğillerin refakatiyle anladım. Güvendim, makuldan bir tık az denilebilecek seviyede yüz göz olduğum insanlara. Yüz gözüm varsa ellisini kaybettim bu yüzden. Sıhhatim refakatçi olmadığında bana, hastanelerde beyaz bayrak salladım yatak çarşaflarımla. O zaman anladım, güvenmenin sayısal ihtimalsizliğini. Beyaz yatak çarşaflarımdan kurtulduğumda beyaz kağıtlara gömüldüm. Kendi kendimi kendime açıklamaya çalıştım. Birkaç cümleye böyle başladım.



“Ben yazmaya başladığımda gündüzleri unuturum. Kozamı kağıttan örerim. Kozanın dünyadan koruyamadığını öğrenirim. Her şey için geç kalmış olurum. Çünkü doğmuş olurum. Aynı anda birçok şey olmuş olurum. Bir insan, bir adam, bir vatandaş, bir yazar, bir maktul. Her şey için geç kalmış olurum. Çünkü ölmüş olurum. Maktul ve mağlup. Tüm var olma çabalarımın kara mizahi döngüsünü alaycı anlam kazanmış ilahi!

Sözcüğümle savuştururum. Hiçbir şey beni önemli yapmaz. Ne bu yazı ne bu örneğinden milyonlarca olan var olma çabası. Ufak tökezlemeleri yeniden doğum sancısı sanmak, ahmaklıktan ustalığa terfi etmede torpil yapmaktan daha hızlı bir yol. Yağmur yağarken önce gökyüzü ıslanır. Buna karşılık verilmiş sus payıdır gökkuşakları. Ağlatılan çocuğa rengarenk paketli şeker vermek gibi gönlünün alınması lazım. Gönül almak zor, peki aldığımız gönülleri koyacak enfiye kutumuz var mı? Elimizde kalmadıysa Pandora’nın kutusunu ödünç alabiliriz.”

Sarhoş olmasam da hiç düz bir çizgide yürüyemediğim gibi hiçbir şeyi de dümdüz anlatamadım. Kendimi aşabilmek için inat ettim. İstikametimde ilerlemekte gösterdiğim mukavemet, beni imara açılmamış düş diyarlarına götürdü. Karşılaştığım düşsel karakterler bana cevaplayamayacağım bazı sorular sordu. Belki birilerinde vardır bu cevaplar. Herkesin ne kadar da çok cevabı var. Her şeye cevap yetiştiren ama kendi hayatına yetişememekten dert yanan dünyalıların toplandığı bir dernek kurarak sonunda hep ne olduğunu, ne işe yaradığını merak ettiğim fahri başkanlık unvanımı alabilirim.


Kafamdaki planları açıklarsam benden önce yaparlar korkusuyla her yıl biraz daha az konuşmaya başladım. Böyle böyle çok düşünüp az konuşmaktan dolup taştım. Nefes alamamaya başlayınca kaybettiğim irtifalarımı geri kazanabilmek için uçağa bindim. Derdimi tasamı buradan attım. Yanımdaki beni tanımayan yolcuya söyleyeceğim son sözlerimi bile hazırladım. “Uçak düşerken hatırla beni!” Çünkü uçak düşerken hayatın muhtemelen film şeridi gibi geçecek gözünün önünden. Anılarından en değerlilerini ayıklayacak beynin. Kısa metraj bir ömürlük senaryoda yer alabilirsem ölmeden en az bir kişinin en değerli anılarında yer aldığımı bileceğim. Bu hiç tanımadığım ama tanıyabileceğim biri olursa daha da mükemmel olacak. Hayatımın bu evresine kadar hiç bu kadar değerli olamadığım gerçeğini unutabilirim belki. Bu peşini bırakmayacağım bir gizli plan. Ama söylersem biri benden önce yapar.

Belki birileri bende depresiflik sezer ve umutsuz cümleler kuracağımı bekler.



“Alfabem bir harften oluşuyordu. Koca bir A harfinden. Acının a’sı, bağırırken çıkarılan a’lar, şanssızlığa lanet edilirken sona doğru yükselen a’lar, ayıplanırken duyulan nameli a’lar, yeter be demeden önce kestirip atılan a’lar…

Tek bir harf tattığım her duyguyu anlatmaya yeterdi. Yaşamım gibi alfabem de başlamasıyla bitmesi bir olmuştu.”

Bunun gibi cümlelerle hiç bodrum katında oturmadan yeraltı edebiyatı yazmaya girişen biri olduğumu düşünür. Oysa benim seçtiğim tek şey delilik. Bu, 21. yüzyıl yalanlarındaki gibi ahmaklıkları, genç ruhun ayağa kalktığında attığı ilk adımlar gibi lanse eden sahte, işe yaramaz, fikirsiz marjinallik üzerine kurulu, sinemayla desteklenmiş delilik değil. Delilik hakkında konuşmayı severim ama ana konumuz bu da değil. Bir cümle söyleyip geçmeyi seçiyorum. “Tanınmamış bir deli olmak sizi tımarhaneye sokar. Tanınmış bir deli olmak ise sizi üst tabaka yapar.” Oyun bitti.


İtiraf etmeliyim ki kötü hissettiğim de oldu. Böyle zamanlarda reçelli ekmek düşünürüm. O reklamların bize pompaladığı gibi mükemmel kesilmiş bir dilim üzerinde kıpkırmızı bir çileğin de bulunduğu akışkan lezzetli şey ağzımı sulandırır. Bu kadar sululuk yeter deyip ciddi olmaya çalışırım. Ekmeğin yandığını hayal ederim. Ben ciddi olduğumda hep bir şeyleri kora çeviririm.

Başıboş bırakılırsam tekrara düşerim. Hatta belki bir yazar gibi kibirli olurum. Yazarlar yazılarında zamanı kontrol edebildiklerini fark ettikleri andan itibaren ilahlaşmaya karar verdiler. Bazı zamanlar kendilerini ana tanrıçayla kıyasladılar. Süreçlerinin sonunda dil sürçmelerinden sıyrılıp gelmiş kelamlarının doğumlarını Yeni Ahit'teki hikayeler gibi anlattılar. Ben de yanılgıya düşüp yazar olursam kibrim, kuracağım cümleleri sarsıp ben dahil herkesi etkileyebilir. Önlemlerim tersi dönmüş zamanda ne kadar işe yarar bilmem. Zamanı kırıyorum. Bir yazar oluyorum. Yanılgıya düşüyorum. Kurtarın beni. Beni sabit düşüncelerinizle kurtarın. Ayağım, bataklık da olsa yere değsin. Ayaklarımın yere değmediği bu düş diyarında durmaktan sıkıldım.

Yazmayı bıraktım. Gerçeğe döndüm.


“Ne dersen de değişmeyecek bazı şeyler. Herkes görmek istediğini görmek isteyecek, sen göz önünde olsan da. Çekil diyecekler kırbaç gibi şaklatarak kelimelerini. Çekil!

Şlak! Benzerlik de canını yakacak kelime de. Çalışıp kazanılacak yahut okuyup öğrenilecek bir şey değil bu. Nasıl oluyor da onlar mutlu oluyor sorusuna gramlı tariflerle çözüm bulunamadı. Son ihtimal birkaç yüzyıl önce yerel bir masala karıştı. Şimdi önümüzde gerçek var. Artık her şey son derece gerçek. İnsanlar yanılıyor çağımız hakkında. Ne demek artık her şey sahte? Tam tersi. Eskiden inanmak istediklerimize inanırdık ve kimse bizi bu rüyadan uyandırmazdı. Şimdiki sanal gerçeklik acı. Tokat gibi yüzüne vurmaya hazır gerçekleri. Şlak!”

İşte gerçeğe döndüğümdeki yakıcılık. Tıpkı kış günü asfaltta oynarken topun hızla yüze çarpması gibi. Yakıcılığımdan reçelli ekmek yerken bahsettim. Karnımı doyurdum, aklımı doyuramadım. Bir fenerim bir tahta fıçım bir de aradığım gerçek deliliğim olursa ilk işim uçağa binmek olacak. Gerisini sadece ben biliyorum, siz yapmayın.