İsminin harflerini birleştiremediğim bir masalın ortasında uyanıyorum. Çığlığımla bölünmüş bir kabustan sonra perdeleri güneş yüzüme vursun diye aralamak gibi bir uyanış bu. Ellerimi, ellerime alamadıklarımı, elimi uzatıp tutamadıklarımı, tutmuşum ama elimden kayıvermişlerin uykusu bu. Ellerimdeymişler avucumun içindeymişler, bak burdaymışlar ama yokmuşların uykusu bu.

Saçımda kırmızı kurdeleyle bir çocukmuşum “gel burda ne var avucumda ne saklıyorum”un umutlu koşusu, “e ama yok, hiçbir şey yok” örselenişi. Sanmakların ceplerime doluşu mu yoksa bu? Koyduğum yerde aradığımı bulamayışım mı? Tam geldim ben, yetiştim bak, üç adım sonra oradayım dedikten sonra nefesimin kesilişi ve yere yığılışım mı, gücümü toplayıp ayağa kalkınca varacağım yeri unutuşum mu? Bana bir şeyler vadeden yol mu, yola kendi vaatlerimi sayışım mı? Korkunç gürültülerin içindeki tiz ses mi, tiz sesin unutturduğu korkunç gürültüler mi? Uyandım. Sanmaklar yokmuş bu masalda. Her şey için teşekkürmüş, yola teşekkür, varamadığım yere teşekkür, uzanamadığım ele teşekkürmüş. Tüm yenilgilerin aslında zafer oluşuna hayretmiş. Yol bitmiş, hayır yol bitmemiş, bu daha önce hiç yürümediğin bir yolmuş. Aaa bunlar nasıl çiçeklermiş, hiç daha önce denk gelmemişim. Ee uyanmışım, o zaman günaydınmış aslında aydınlıkmış.

Yetişememişim, yok yok beklenmemişim belki de hiç çağırılmamışım. Gelememişim, hayır ayaklarımın suçu yokmuş onlar yürümüş ama buraya bu dikenleri kim koymuş? Harika bir sabahmış, limon çekirdekleri filizlenmiş. Artık sanmakları denize fırlatmışım. Ağırlarmış. Artık pamukla doluymuş ceplerim. Burdaymışım, artık burası “benim burda ne işim var” dediğim yer değilmiş.

Burası dar sokakların sonundaki armağanmış, hoş gelmişim.