Sabah uyandığımda güneş geniş ovadaki ceviz ağaçlarının yapraklarına çoktan can vermişti ve hafif bir rüzgar ceviz ağaçlarının yapraklarıyla oynayıp yapraklar coşkuyla bir o yana bir bu yana sallanıyordu ya da zikrediyorlardı onalara can veren Allah’a karşı ve bunu çok büyük bir sorumluluk duygusuyla yerine getiriyorlardı. O güneş ışınları odama zeregeler şeklinde düşüyordu.

Zerege kelimesini çok önceden duymuştum ama geçirdiğim ağır travmadan dolayı bir kitaptan mı yoksa yaşlı bir bilgenin sohbetinde mi öğrenmiştim, bilmiyordum. Zerege kelimesi genel itibarıyla bana okları andırıyordu çünkü güneş ışınları tamamen doğrusal bir şekilde masamdaki kitapların üzerine düşmüştü. Yatağımdan yavaşça doğruldum, gözaltında ağır işkence sonucu hareket edemeyecek kadar bitkin düşmüş bir mahkûm gibiydim şimdilerde. Var gücümle bir daha denedim ve ayağa kalkıp masama yöneldim. Bu sabah odamdaki Charlie Chaplin tablosu daha bir canlıydı sanki bir şeyler anlatmak ister gibi bana bakıyordu. Bir kadına arkasını dönmüş üzerinde siyah bir üniforma, elinde bir baston ve bastonun ucu siyah iskarpininin ucuyla bir araya gelmiş vaziyette. Başında siyah bir fötrle bıyıkları hâlâ tam ortadan bir şerit gibi burun delikleri hizasından kesilmiş.

Kadın elinde bir demet beyaz gül Chaplin’e vermek istercesine tutmuş. Önündeki sepette belki bu güllerden yüzlercesi var. Kadın oldukça alımlı, güzel ve üzerindeki turuncu elbise çok yakışmış sırtını bir korkuluğa dayamış beton bir zemine oturmuş, Chaplin umursamaz bir tavırla sırt dönmüş kadına. Öbür köşedeki örümcek ise benden oldukça habersiz ve ağını büyütebildiği kadar büyütüyor. Bu ağları oluşturan yapışkan ipek, elektrostatik olarak yüklü ipek nanofiberlerden oluşan ve insanoğlunun taklit edemediği sayılı doğa harikası arasında. Bu ördüğü ağlar hem kendisine bir ev hem de avlanmak için kullandığı bir gereçtir. Bunların hepsini odamın bir köşesinde bırakıp masama doğru yöneliyorum.

Virüs adlı ama kime ait olduğu belli olmayan birinin eserini okumak için masamın başına oturuyorum. İlk bölümde hayat hikâyesini hiç okumadan geçip asıl hikâyenin başladığı bölüme geçiyorum, virüsün işleyiş ve ortaya çıkışı; yeni bir virüs keşfettik. Ama ulaştığımız sonuçlara göre insanoğlu var olduğundan beri bu virüs var ve insanoğluna enfekte olmuş bir durumda. İnsanlar doğdukları andan itibaren insan beyninin korteks bölgesine yerleşerek insan sakinlik durumunu yitirince etkinlik gösteriyor. Bu kadar uzun süredir keşfedilmeyen bu virüsün nasıl etki ettiğiyle ilgili daha kesin kanılara sahip değiliz ama bazı hipotezlerimizi şu an destekliyor. İnsanlar sakinlik hâlini yitirince bu virüs hemen etkinlik gösteriyor ve insanın bilincini bir dizi kimyasal tepkimeyle kapatıp insanın ya karşıdakine ya da kendisine zarar vermesine neden oluyor. Buna sapiens sendromo ismi verildi. Ve bu virüse karşı vücut bağışıklık geliştiremiyor çünkü tepkimelerin tamamı beynin korteks bölgesinde gerçekleştiğinden vücut lenfositlerin bir otokoruma olarak da burada etkinlik göstermesine izin vermiyor, böylelikle ne bağışıklık geliştirilebiliyor ne de bu virüsü yenebiliyoruz. Kanımızca bu virüsü ancak ölerek yenebiliriz yani biz var oldukça o da var olacak, bize enfekte olmuş bir vaziyette.

Virüs ilk olarak Kabil, Habil’i öldürdüğünde etkinlik gösterdi ve Kabil’in bilincini kapatıp öz kardeşi olan Habil’i öldürttü. Virüs günümüzde ise farklı formlarda da etkinlik göstermektedir. Bunlar, insanoğlunu bilgiye kolayca erişip bazı şeyleri hiç düşünmeye gerek kalmadan bir yapay bellek gibi bilgiyi direk depolamasıyla da oluyor. Bilgiyi direkt alıp depolarken hiç düşünmeye gerek duymuyor ve belli bir süreçten sonra Lamarck'ın ortaya attığı kullanılan yeti gelişir, kullanılmayan yeti ise zamanla körelir. İnsanoğlu böylelikle düşünme yetilerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya.

İkinci bir etki olarak, bilinci kapanan insanlar artık öldürme odaklı birer süper imha robotları gibi önlerine çıkan her canlıyı ve insanı da aynı zamanda öldürüyor. Ekosistemde bunun bir örneğine daha rastlanılmaz ki bir türün kendi türüne av olduğu hem de kendi türüne avcı kesildiği. Ne yiyecek bulma ne de alan savunması için bile olsa sapiens tür arasındaki bu av, avcı örneği bir başka türde yoktur.

Bir an korkmuştum ve kitabı hızlıca masaya fırlattım, oldukça saçma gelmişti hemen dışarı bakmak için cama yöneldim ve bir nebze de olsa içim ferahladı dışardaki bir sevgilinin yüreği gibi sıcak güneşi görünce. İçimde her şey yolunda diye geçirdim ama hâlâ içimde bir tedirginlik vardı çünkü bu virüsün işleyişi öfke hâli gibiydi cidden. Ama kitaba olan merakım giderek artıyordu ve kendi kendime karar vermiştim oturup okuyacağıma ve onu bitirmeden kalkmayacaktım.