Kralın elinde kan var, tahtının her bir yanına bulaşmış, sıcak, taze bir günah... Nerede hata yaptım dercesine yorgun bakışlarla etrafına bakıyor. Kocaman taht odasında kralın muhafızları ve lordlar var. Renkli kıyafetler, yeni sıkılmış kokular, çıkarcı bakışlar; tüm anlamsızlığın içinde dans eden şeytanlar. Sanki çocuk olunmamış anılar var boşlukta. İncir ağaçlarının yaprakları son kışa dayanırken attıkları kahkaha nerede.
Dışarıda halk coşku içinde, şarkılar duyuyor kral. Sol eline yaslamış başını, kendine söylenen sözcüklerden uzağa uçuyor, erdemli, cömert ve bağışlayıcı kelimeler duyuyor bir yerden. Konuşan kim.
Burada olmak istemiyor, kanlı eline bakmak, tüm bu sorumluluklar. Yemek hazır. Bu sesi özlüyor belki, kardeşleriyle hasat zamanı gelmeden koştukları mısır tarlalarını hatırlıyor. Güneşin tepede daha bir parlak parladığı günleri. Yemek hazır. Annesini özlüyor, babasını uzaklarda savaştığı kahramanca hikayelerini duyuyor yatarken. Birgün bende babam gibi olacağım laflarıyla uyuyor.
Şimdi babasının oturduğu tahta zamanları devirmiş bir adam oturuyor. Sakalı beyazlamış, bilge diyorlar ona, savaşa son veren ulu kral, diyarın korucusu.
O zaman elimdeki kanlar ne, rüyamda rüzgarla uçuşan çöl çiçeklerinin çaldığı ezgisi... Kabuslarında uzakta bir şeyler görüyor, mutlu yüzler, bitmeyen yollar ve içten bir kahkaha. Bunlara kâbus diyor kral. Kendisinden uzakta, dalgaların içine karışmış kuşların şarkıları, bazıları acı içinde, bazıları yaşamla dolu, biraz yorgun argın gördüğü görü.
Kardeşini savaşta kaybetti, annesi veremden göç etti, babasının ise kafasını aldılar. Şimdi kral olan kendisi; hiç istemediği bir sorumluluk altında ezilirken, kimse nasılsın demediği bir kral, çocukluğunu unutup benliğine zehir içirdi, diyarın korucusu olmasını bekledikleri bir kral oldu o da.
Ağır geliyor, tüm yaşamların öylece göçüp gitmesini beliren ağzından çıkan güç, mutlulukları ve kederi taşıyacak kibrin gölgesine yenik düşmeyerek düşünmek. Hep düşünmek. Kaç gecedir o yatağında yalnızlık içinde uyurken dolunayın yüzünü yıkamasına izin verdi. Kadınların sıcaklığı aşktan uzaktı onun için. Sevgisi içinde bir kursak gibi öldüğü anı hatırlıyor.
Seyisin kızına vurulmuştu. Yine tepede bir dolunay ve parlak, bulutlardan korkmadan süzülürken elini tutmuştu o gün.
Kaçalım demişti, uzaklara.
Yapamayacağını söyleyen âşık olduğu kızın gözlerindeki yaşları silmek istemişti.
Sen kralsın, ben ise bir seyisin kızıyım. Kaderimizde ilmikler eksik örüldü kralım demişti. Kralım demezdi, ismini söylerdi oysa. Kralın kalbinin kırıldığını bilmedi, kral sustu. Verecek cevabı yoktu, sorumluklar, doğuştan gelen bir lanetti üstündeki.
Gelemem dedi ve gitti. Özgürlüğünü arayıp bulmam lazım, yanında sadece bir insanım. Bana kral olduğunu hatırlatıp yanında küçülmeme izin veremem. Anla beni dedi ve gitti.
O giderken kral ne düşündüğünü hatırlamıyor. Şimdi kanlı elleriyle tahtında yalnız otururken anıları sisli. Duygular var sadece içinde. Atıp fırlatamadığı. Sevgi belki kaçmasına, özgür olmasına yardımı dokunur diye düşünmüştü. Ama o bir kraldı ve laneti her şeyden üstün çıkmıştı.
Tahtın yalnız efendisi.
Sonralarında, zaman yol aldığında, âşık olduğu kadını şehirliler gibi giyinip arasına sızdığı bir gece, elinde bir bebe ile görmüş, yanında kahkaha attığı adamla bakışırken saklanmıştı kendini bir evin gölgesine.
Akıttığı sıcak gözyaşıydı. Kral ağlamaz, bunu söyleyen babasıydı.
O ise ağlamak istemişti. Bir bebek gibi. Burada, tüm bu sorumluluklarla kendisinden uzaklaşıp parçalara dağıldıkça ağlamak istemişti kral. Sıradan bir çiftçinin alnından akan terle vurduğu topraktaki çapa olmak istemişti.
Sıradan bir insan.
Savaş bitmişti. Askerler yorgun argın evlerine gelip annelerine, karıların sıcak yatağına yollanmıştı. Herkes, kralın ne kadar merhamet ve ulu bir bilgeliğe sahip olduğunu fısıldıyordu. Kral ise duyduğu tek şey korkuydu. Nefret de sevgide kılık değiştirmiş bir şeydi onun için. Zamanda akan küçük duygular, sahip olamadığı ve olduğunda ise öldürdüğü duygular.
Yaş almış, kışları atlatıp savaşlarda tozlara bürünmüş bir yaşamdı ondaki. Kocaman yalnızlığıyla hep beklediği bir şeydi döngü; hayatı bekledi, kahkaha atmayı, yaz sıcağında kimsenin olmadığı bir sahilde, okyanusun dövdüğü kayalara tırmanmak, ay ışığında çıplak çimlerin üstüne yatıp şarkı mırıldanmak... hayır, o bekledi, bir şeylerin olmasını, düşüncelerin kafasının içinde balığa dönüşüp denize açılmasını bekledi. Hayatı beklemenin verdiği yalnızlıkla gölgelene kadar bekledi. Hala bekliyor muyum?
Savaş bitti, lordların yalakacı istekleri ve arzuları masada süzülüyor, halkın şarkıları işlemeli pencereden içeriye sızıp ruhunu daraltıyor kralın. Bir tanrı gibi, bir canavar gibi orada elleri kanlı oturmanın bedelini yaşamak, tüm zenginlikler ve gücün sonsuz parçası karşısında zamanla eriyip bir kum tanesi gibi savrulmak.
Biricik yalnızlık, bir bebek gibi büyüttü kral onu, başını okşayıp ninniler söyledi, kimsenin girmediği, kapıların azgın dövülmüş metalden yapıldığı, kılıçları körleştiren, savaşçıların çığlıklarını, aşkın sarhoş edici ezgileri, hepsini ama hepsinden uzak bir yerde büyüttü yalnızlığını. Kimse işitmedi onu, bakışlardaki yorgunluğu sakladı herkesten, geceleri ağlamadı, geceleri uyuyamadı. O tahta oturan yalnız bir kraldı.
Eli kanlıydı. Ağzından çıkan kelimler uğruna nice savaşlar verilmişti, ağzından çıkan kelimeler sayesinde nice yaşamlar eve dönmüştü. Tüm bu güç, aşktan ve sevgiden uzak bir bitki gibi sulandı, hayır, yağmurun altında ezilip yokluğa bırakıldı; ayaklar altında ezilip üstüne tükürükler saçıldı.
Kral öylece otururken önüne kasa kasa mücevherler, parlak altınlar ve gümüşler serildi. Savaşın ganimeti diyorlar buna. Lordlara topraklar verdi, mevkiler, gözündeki bitmek bilmeyen arzularını dindirip uysal bir köpek gibi itaat etmeleri için kemikler atıldı. Önünde eğildiler krallarının. Yüceliğine ve unvanlarına övgüler dizdiler. Gözlerindeki acıdan bihaber değillerdi.
Gözlerinde acı vardı, bitkin bir yaşam, yavaşça ateşin dindiği bir fırtına gibi savruluyordu. Birisi beni gerçekten görecek mi diye beklemişti belki tüm hayatı boyunca. Sıradanlıktan uzak bir azizdi o, savaşçı ve güçlü olan, herkesin imrenerek baktığı dik duran kral. Kıskandıkları bilgelik parlıyordu krallarında, mağdur duruşu, içten sesi ve şefkat dolu iradesiyle halkına kanat açmış bir kurtarıcıydı o.
En büyük yalnızlığına neden olan o görkemli kişiliği, iyiliğin yolunda sessizce, acıyla verdiği savaşın bedeli; kocaman bir sessizlik ve yalnızlık mıydı?
İnsanlar kendileri gibi acı çekenlerle güler, onlarla içip dans ederler, âşık olup geleceğe fidan dikerler. Biraz öfkelerini gördüklerinde, cahil sessizliğini işittiğinde sarılmak istedikleri bir benlikleri olur. Zayıflığın kötü bir erdem olmadığını anlıyor artık kral. Her şeyi doğru yapmanın yıkıcı sessizliğiydi üstündeki. Herkese tepeden bakarken aşağıda seslenenleri duymadığını farz edilen bir devdi o. bacakları kıtaları aşıyor, sessiz bilge ve erdemle ırmak olup okyanusa karışıyordu.
Şimdi anlıyordu ki, biliyordu ki, onların arasında kahkaha atamayacak kadar mükemmel bir yol yaratmıştı kendine. Oysa ne büyük bir şakaydı bu böyle. Sevilmek ve bir şeyler hissetmek içindi tüm bu yaptıkları. Merhamet ve doğru olanın ışığında azimle yürümek ne katmıştı kendisine. Herkesi kendisinden uzaklaştırıp dağa tırmanan bir kral. Tanrıların acımasız şakasıydı işte.
İşte oradayım diye düşündü kral. Herkes sözde beni seviyor ama elini uzatıp dokunmaya korkuyorlar, gözlerimdeki acıyı görüp sessiz kalıyorlar, bana dokunamayacakları kadar yükseğe mi çıkmıştım, başım bulutlara karışıp akıttığım gözyaşlarımı yağmur mu sanmışlardı.
Dokunmak, nasıl bir histi. Kral bunu düşündü. Annesinin kirli saçlarını tararken söylediği şarkıyı hatırlamaması ne büyük utançtı. Âşık olduğu kadını öpmenin nasıl bir heyecana sürüklediğini unutmak. En son yatağına gelen kadını bile hatırlamıyordu. İçinde sevginin ve şefkatin olmadığı, sadece korku ve hayranlıkla örülmüş ağında tutuşan tutkuya arzusu yoktu. Geceler yalnız, kapısında bekleyen muhafızların zırhlarından çıkan seslerle uyumanın örüntüsü vardı hayatında.
Savaş bitti diyorlar. Önüne ganimetler ve büyük sözlerle diz çöküyorlar. Gidecekleri sıcak yuvalarına, çocuklarına uyurken söyleyecek hikayeleri var onların. Dışarıdaki kalabalığın sevincinde hep bir hikâye birikti, korkusuz savaşçılar ve canavarların olduğu, yatmadan önce kahkaha atarak söylenen hikayeler.
Benim hikayem ise yok. İçimde kocaman yaşayan bir hayat, neşeyle, şüphesiz ve vurdum duymaz sözlerle arkadaşlarım yok. Attığım her adım önceden düşünülmüş ve kararlarını tartmış olacağım diye düşündü kral. Basit bir eylemin çalınmış gölgesinde yaşamak nasıl bir şey. Bunu iyi biliyordu.
Unvanlar ve ganimetler dağıtıldıktan sonra, dışarıda barışa övülmüş turnuvalar ve şenlik çadırları kurulup savaşçıların isim yapmak için toplandığı, kılıç, yay ve mızrak müsabakaları başladığında kral olarak son vazifesini göstermek zorunda kaldı; halkın içine, hayır, muhafızlarıyla kendi ördüğü ve örmek zorunda kaldığı kılıçlarla selamladı.
Buradayım ama kimsenin gördüğü yok. Bana fırlattığınız çiçeklerde ben yok. Sessizce göçüp gittiğimde belki adıma kitaplar yazılacak, yargılanıp övüleceğim ama sıradan bir insan...
Sıradan bir insanın olmak isterdim.