Evet! Gecenin saat dördünde aklıma bu geldi...

Bir teyze bir alışveriş merkezine girer, alışverişini tamamlar, evine mutlu bir şekilde geri döner, üstelik bu mutluluk tatmin oluşun vergisi. Ve bizim teyzenin saygıdeğer arkadaşları eve gelir. Teyzemiz arkadaşlarına mağazayı, alışveriş merkezini överken girdiği alışveriş merkezinde her şeyin var olduğu vurgulamak adına "Yok, yok!" der, ve böylelikle uykumu kaçıran bu hikaye başlar.


Bizler bu deyimi her şeyin var olduğunu vurgulamak için kullanırız fakat bu deyim kendi içinde bir tezatlık barındırır. Öylesine çelişkilidir ki bu söylem, her şeyin var olduğunu ortaya koymak adına çok önemli bir meseleyi atlar ve yokluğun yok olduğunu iddia eder. Fakat bir yerde yokluk yoksa, orada her şey var demek değildir, ancak orada yokluk yoksa, o halde orada her şey yoktur.

Örneğin "Dünyada yok, yok!" dersek bu gerçeği yansıtan bir cümle olmuş olmayacak ne yazık ki ve bizleri, özellikle beni gecenin bir yarısında bunun düşünülmesi gereken bir konu olduğuna ikna edecek. Ben düşündüm. Evet düşündüm.

Bir çözüme vardığımı, hatta bu çözümü biraz kurcalayıp bir şeyler ortaya çıkardığımı zannediyordum... Kendime bu durumu şu şekilde açıkladım:

Yokluğu eğer bir cismin, bir nesnenin ya da bir canlının olmadığını ifade etmek için kullanılan bir kelime olarak algılayacak olursak, şunu bilmemiz gerekir, ya da inanmalı mı? Bilmiyorum, her neyse... Kainat ve içinde barındırdığı her şey, üç safhada varlığı deneyimlemelidir; ilk önce halihazırda yok olmalıdır, sonra elbette var olmalıdır, tahmin edebileceğiniz gibi kati suretle de yok olacaktır. Eğer tüm durumu bu bilgilere dayanarak inceleyerek olursak, halihazırda hiç var olmamış bir şeyin yok olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü o yok değildir, hiç var olmamıştır. Bu durumda şunu söylememiz mümkün hale gelecektir, "Dünyada her şey var." cümlesi ile "Dünyada yok, yok!" cümleleri birbirine eş anlamlar taşımazlar, tabi bunun üzerinde benim kadar düşünürseniz... Bu halde "Yok, yok." eşit değildir "Her şey var."

Tüm bunları düşünmem bittikten sonra aklıma çok önemli bir şey takıldı, bütün bu düşüncelerimin üzerine bir nokta koyduktan sonra, zihnimin çelik kapısını şu şey şiddetle ve ısrarla çalarak tatlı tatlı kapanmış göz kapaklarımın aniden açılmasına sebep oldu. Kapıyı açtım, suratına baktım, söyle dedim. Yüzüme bön bön bakıp şunu söyledi lanet olası! "Tamam var olmuş her şey varoluşu üç safhada deneyimler; ilk önce yokturlar, sonra var olurlar, sonra tekrar yok olurlar. Buraya kadar her şeyi anladım. Ama bunun öncesinde bir problem var, her şey mutlak olarak varoluşu bu şekilde deneyimlemiş olsaydı, o halde en başta varlığı farklı deneyimleyen bir şey olmalıydı. En az bir varlık!"

Lanet olası yüzüme doğru şeyler tükürmüştü, kapıdan içeri alıp tüm bu şeyi masaya yatırıp düşünme ve çözümleme görevini kocaman bir sersemlikle üstlenmiştim, iyi de bu soru, bu soru, öncesinde sorulmuş bütün sorulara benziyordu, hatta ilk yoğurdun nasıl mayalandığına dair soruya bile...

Halihazırda hep var olmuş ve yok oluşu hiç tatmamış bir varlığın, varoluş diye diye bitiremediğimiz bu şeyi başlatmak için halihazırda yok olan şeylerin ilkini yokluğun karanlığından, (Yoklukta karanlıkta yoktur muhtemelen ama böyle daha edebi oldu.) çıkarıp var etmeliydi. Muhtemelen varoluşun içinde var olacağı bir saha olmalıydı bu.

İyi ama varoluşu, diğer tüm var olmuş kimselerden farklı deneyimlemek, nasıl mümkün olabilirdi, düşündüm, sadece düşündüm, diğer tüm insanlar gibi. Çözmesi imkansızdı, tıpkı yoğurt gibi...

Yoğurt, yoğurtla mayalanırsa eğer ilk yoğurdu bizler nasıl mayalardık?

İlk yoğurdu bulduk diyelim, kim mayaladı onu, neyle mayaladı?

Kapımı çalan lanet olası fikre, öylece dalmış, mum ışığının sıcaklığında kaybetmişken fikirlerimi, bir anda döndüm ve çık ulan dışarı dedim!

Dedim ki, çık ulan şatafatlı zihnimin şatafatlı, kasvetli ve uykusuz malikanesinden, çık ve bir daha geri gelme! Ona dedim ki, sanki ben mayaladım ilk yoğurdu...