Oktay’dan telefon geldiğinde Arzu ve arkadaşlarıyla köprü trafiğindeydik. Neden aradığını üç aşağı beş yukarı tahmin ettiğimden açıp açmamakta tereddüt ettim, ama “Oktay Birader” diye kayıtlı yakın arkadaşıma yanıt vermemek de tuhaf kaçacaktı. Sesi araç içine vermeden telefonu açtım.
— N’aber dostum?
—
— Benim de fena değil. Hazırlıkları tamamlıyorum, onun için mi aradın?
—
— Haftaya, olmadı sonraki hafta kesin bitecek. Usta öyle diyor valla.
—
— Haha evet usta milletine kaldıysak işimiz zor tabi. Sene-i devriyesini göreceğiz neredeyse. Yok, yok bu sefer kesin bitti. Asıl sen ayarladın mı işlerini?
—
— Nisan başı yola çıkıyoruz kesin yani! Evdeki durum nasıl? Sıkıntı olacak mı?
—
— Bak hocam, eşini filan getireceksen ben yokum, yatar bu seyahat haberin olsun.
—
— Yok abicim ne eş, ne sevgili, ne metres, ne orospu hiç birini istemiyorum. Sadece ikimiz! No woman no cry şarkısını çalıp bromance yapacağız.
—
— Hahaha ilahi! Yok artık o kadar değil. Karavanda iki yatak var tabii ki. Ortada açılıp yatak olan bir şey var, ben orada takılırım. Üç yıldır kanepede yatmaktan alıştım zaten. Hem yalnızlığa hem de rahatsızlığa.
—
Boşboğazlığımı fark ettiğimde başımı çevirmeden Arzu’ya göz ucuyla bakmaya çalıştım. Aynadan arkadaki iki arkadaşını da kontrol ettim. Dinlemiyor gibi gözükmeye çalışıyorlardı. Genç adamı pek tanımıyordum ama bizimkinin karşısındaki ofislerinde Arzu’yla sık sık bir arada görmüşlüğüm vardı. Hem yakın hem uzak gibilerdi. Müge ise kankasıydı. Öğlenleri Arzu’yla tanıştığımız plazanın altındaki restoranda genellikle beraber yerlerdi. Bazen üçümüz birlikte yerdik. Sonra masamıza kibarca gelmediği zamanlar da olmaya başladı. Yeni olasılıkların ilk filizlendiği zamanlar. Trafik ve hayat milim milim akarken boğazın akşam güneşi altında yavaşça kızıllaşan görüntüsüne baktım.
— Benim durum belli, biliyorsun zaten. Sen de ayarlarım demiştin, uzaklaşmaya ihtiyacım var demiştin. Şimdi n’oldu?
—
— Olay basit bence sen fazla abartıyorsun. Benzin benden, diğer giderler ortak.
—
— Ne konaklaması oğlum. Karavanla gidiyoruz. Kaplumbağa gibi, evimiz sırtımızda.
—
— Neden mi karavan yaptırdım? Artık özgür olmak için. Sıkıldığımda, 5 dakika içinde ortamdan ve insanlardan kaçabilmek için. Beni bir yere bağlayan hiçbir şey olmasın diye. Tekerlekler üzerinde bir hayat…
—
— 16 yıl sonra bu noktaya gelmek iyi değil tabi. Ama her söz, her konuşma çabamız çatışma ile sona eriyor. Mesafe o kadar açıldı ki artık. Bir günde olmadı zaten, üç dört yıldır bu şekilde. Umudum kalmadı pek.
—
— Evet Berk ile konuşmaya çalışıyorum tabi ama onu da bana karşı dolduruyor sürekli. Sanki terk ettiğim oğlummuş gibi bir durum yaratıyor bu da beni çileden çıkarıyor.
Artık ok yaydan çıkmıştı. Hem bilsin canım, durum bu. Yani kimseden bir şey gizleyecek değilim. Olacaksa olur, olmaz derse de kendi bilir. Köprü trafiğini yavaş yavaş geride bırakıyorduk. Altunizade çıkışına varınca yol açılacaktı. Karanlık bastırıyordu.
— Peki sen düşün dostum. Nisan başında karavan kalkıyor, istersen sen de binebilirsin. Gelemezsen de sağlık olsun. Haberleşiriz.
Telefonu kapattığımda yüzüne baktım, güzel yeşil gözlerinden ne düşündüğünü anlamaya çalıştım. Uzağa bakıyordu, benden yana dönmedi. Genellikle düşüncelerini anlayamazdım zaten. Evdeki sorunlardan bahsettiğimde yorum yapmazdı. Bazen ilgilenmediğini, bazense “bu konuyu çöz öyle gelirsin” demek istediğini varsayardım. Ona karşı hissettiklerim sadece benim zihnimdeydi, gerçekte benim için ne düşündüğünü bilmiyordum.
Arkaya dönüp “Ali Altunizade’de inecekti. Biz de birlikte inelim Müge” dedi. Müge de şaşırmıştı. “Birlikte Capitol’e uğrarız.”
Akşam eve dönme telaşındaki insanların yanlarından geçerken, bir an önce varmak istediğin bir evinin olmasının hayattaki en harika şey olduğunu bilip bilmediklerini merak ettim. Ali ile birlikte arabadan inerlerken ona dönüp “Ben seni Üsküdar’a bırakacaktım aslında” diye konuşmaya çalıştım: “Hem bir şey söylemek istiyordum sana.” “Nedir, söyleyebilirsin.” dedi bir ayağı dışardayken. Son altı aydır zaman zaman sadece karşı ofisteki güzel bir genç kadın ama çoğunlukla yeni bir başlangıç için tek umut gibi gördüğüm Arzu’nun yeşil gözlerine bakarken şimdi o gözlerde hissettiğim uzaklığı aşmak için ne kadar uzun bir yol yürümem gerektiğini hayal ettim. Onaltı yıllık yolculuğumu hatırlayınca vazgeçtim. “Mart sonu işten ayrılıyorum, artık buralarda olmayacağım.” dedim. “Senin için hayırlısı olsun.” dedi ve arabadan indi.
Kapı kapandı. Arkadaşları ile uzaklaşırken Arzu’yu aynadan izledim. Listeden şarkıyı seçtim, çalmaya başladı, yeniden yola çıktım. Şarkı sözlerinin bu kez asıl anlamını duyuyordum, hayata öyle ya da böyle yeniden başlayabilirdim. Oğlum Berk ile bir karavan tatili en iyisi olacaktı.
🎼 No, woman, no cry 🎼