Biri öldüğü zaman toprağın altına gömülen, sadece ölenin vücudu zannediliyor. Geride kalanların da bir parçası onunla gömülüyor aslında. Tıpkı noksan bir diş ya da kopmuş bir uzuv gibi. Ne tamamen var diyebiliyorsun ne de yokluğunu kabullenebiliyorsun. Biri ölüyor ve bir anda sanki hiç yokmuş, aslında hiç doğmamış gibi olmaya başlıyor hayatta. Onarılmaz bir boşluk oluşuyor, yapbozun eksik parçası gibi bir daha oraya hiçbir şeyi olduramıyorsun. Ne acı, zamanla sesi gidiyor hafızandan, mimikleri siliniyor gözünün önünden. Anılar bir rüyadan ibaret gibi akıp gidiyor hafızadan. Hatta hiç yaşamamışcasına da hayat akmaya devam ediyor. Gidip bir mezarla konuşmaya başlıyorsun. Ondan kalan bir eşyadan medet umuyorsun. Fotoğraflarını sevip okşuyorsun belki de. Tabii o sızı geçmiyor ama sen zamanla gülümseyip hayata karışıyorsun. Karışmak zorunda bırakılıyorsun. Çünkü aynı zamanda mücadele etmen gereken bir hayat var elinin altında. Konusu geçince boğazında bir yumru, gözde de iki damla yaş kalıyor geriye. Hatta zamanla o da kalmıyor. Dedim ya, anıdan ibaret olmaya başlıyor her şey. Tıpkı rüya gibi. Giden gençse çok erken gitti, yaşlı ise epey de yaşadı zaten diyoruz. Dilimize pelesenk olmuş.

Sahi ne kolay kelimelere döküyoruz değil mi? Öldü diyoruz, kaybettik ya da. Bir süre sonra dilimizle de öldürüyoruz gideni aslında, belki de o zaman tamamen ölmüş oluyordur kim bilir? Anımsamayı bile unuttuğumuz zaman vedalaşıyoruzdur belki de gidenlerin ruhlarıyla?