zamanın mührü çalınmış

hiç hissettirmeden

havayı titreten nasırlı bir tutam el

ve gözlerde yumrulanmış perdeler

böylelikle kayboldu akacak yollar

böylelikle sustu gizde ahenk tutan ding-dong-lar

kimse bilmezdi zamanın mührünün olduğunu

zahmetsiz bir annemin uyanmasında saklı sıkıntım


ne kadar geriye alsam da saatimi hep benden ileride doğar sabah

açılan yarayı dikmek tedavi değil anestezidir anladım

andan habersiz ve sonradan geniş özetsiz

sesimde yaşayan harfler güzel midir

ya ellerimle doğurduğum karanlıklar

imanıma nüksetmiş derin kuyular var düştüğüm

yusuf dur

bensiz yağma


kutsanmış uykularda mekruh rüyalar

sığınacak birkaç mağara kalmış yasakların savaşlı diplerinde

ve gitmek artık zordur saklı gökkuşaklarına dağlar ardındaki

kaygısız bir kış gelişiyle

nefessiz bırakması soba ateşinin soğuk havayı

ne güzeldi


yasaklı kitaplar da değil böyle yanan

titrek yaralardan artakalan tuzlar içiyorum

göğsümün her yerinde ötüşen ağrılar nedendir yoksa

ardında kalmam hayatın neden


ben atlı karıncayı bile incitmem

bisikletimin camında intihar eden sinekleri de gömerim hem

hem ellerimle kazıyorum kürekleri

eksik kalmış zamanlardan şeyler istiyorum

bir peygamber olsa ardımda mesela

lerze lerze toprağa sürse beni


dağlar hoşuma gitmiyor artık

ben onlara mecburum

hiç kimseye değil, dağlara mecburum; çiçekler açmasa bile

günler dik geceler yatay

üç yüz altmış birinci meridyende geçmiyor vakit

dilimin ardına sakladığım bu şehir boynuma urgan


hangi sözcük sıradan kılar ki d-ipsiz dertleri


bir şeyler yapsak diyorum

ay isimlerinden melankoli

sebzelerden brokoli

bir aşk şiiri olsa şimdi okusak

bir şarkı açsak ve üzülsek

bir sussak keşke

bir konuşsak


zamanın mührü çalınmış rênas, duydun mu?