Sevgili didem, kişinin bir yol haritası yoksa kalakalıyor bazen. Nereye gideceğini, nerede olduğunu bırak kaç adım atmasına izin vereceğini dahi ayağının altındaki toprağın, kestiremiyor. Böyle şey gibi, eski bir evin kaldırımında oturmuş da günün bitmesini bekleyen küçük çocuk gibi. Belli olmasın diye evinin olmadığı, sanki sokağa oyun oynamaya çıkmış numarası yapan o çocuktan bahsediyorum. Kazara yanı başından geçen birinin eli değince kafasına, birinin saçını okşadığını sanıp gözleri parıldayarak bakmasından.


Gide gele o sokakta ve diğerlerinde, artık adımlarının altını kendine yurt edinmesi bir insanın yol haritasını çizmesi değil sadece. O kadar basit değil. Keşke bu kadar yalın ve basit olsa. Daha az can acıtıcı olurdu o zaman. Adımlarının altını yurt edinmek senin, benim ve kim bilir daha kimler için yeni bir yurt yaratmak. Olmayan bir toprağı var etmek ve o toprakta kendini var etmeye çalışmak belki milyonuncu kez... Bir şiirinde "benim bir köyüm olmadı, hiçbir şiir karlı sokaklarıyla bana pazen gecelik giymiş bir anne gibi sarılmadı" demiştin. Evi, köyü, sokağı ve en nihayetinde toprağı olamayanlar -en nihayetinde kök salamayanlar- donatıyor dört bir yanımızı. Bir kısmı ayaklarının attığı adımlarla kendine bir yurt yaratıyor, bu kimi zaman yolculuklar iken kimi zaman şehrin kimsenin girmediği bir sokağındaki küskün kaldırıma arkadaşlık etmek oluyor. O kaldırıma çöküp saatlerce kalkmamak, herkesin önünden şımarık bir şekilde geçtiği sahilin derdini dinlemek, bir tarlanın ortasındaki boynunu bükmüş ağaç parçasının yarasına pansuman yapmaktan bahsediyorum. Eski evlerin hüznünü kimsecikler görmüyor bugünlerde.


Kimi de senin gibi bir bodrum katının soğuğunu kendine yurt ediniyor. Esas niyetin ısınmak mı yoksa bodrumun soğuğuyla hislerini, ruhunu dondurmak mı emin değilim. Seni düşününce kestiremiyorum, inan. Yalan yok, kaldığım odanın soğukluğuna ben de seviniyorum bazen. Hislerimi dondurduğu için, unutmak istediğim bazı gerçekleri dondurup en ücra köşeye koyduğu için minnettar oluyorum kimi zaman. Ama sonra duş kabininde donmuş hislerimin içinde boğulurken buluyorum kendimi, kaynar suyla beraber buzlar eriyor ve ben suyun içinde canımı acıtan parçalarla debeleniyorum sadece. Bazen de çöl sıcağında hissediyorum kendimi ve hatırladığım bir salise ile en aciz yanım çıkıveriyor ortaya.


Tüm bunları anlatıyorum ama, halbuki pansumanın reçetesi de elimde biliyor musun? Çöl sıcağında bir hazan yağmurunun iyi geldiğini, o buz gibi soğuklarda mutfakta pişen yemekten buğulaşan pencere camının sadece içeriyi değil içimi de ısıttığını gördüm. Hala adımlarım bazen nereye gideceğini tam kestiremeyip paniğe kapılsa da ayaklarım yere çok daha sağlam basıyor. Ve bahsettiğim adımlar kendine bir yurt yaratmaya çalışıyor artık, hiçbir yere kök salamayışından daha fazla yakınmak istemediğinden. Garip bir cüretkarlıkla diyor ki "Hiçbir toprak parçası kabul etmiyorsa kök salmamı, ben de attığım her adımda bırakırım tohumlarımı. O tohumlar köklenince kabul etmenize gerek kalmayacak, çünkü artık bir yurdum olacak. Ve evet, sizin bile kök salabileceğiniz bir toprak parçası."


Evin eksiklerini alayım diye gittiğim alışverişin dönüşünde, mutfak pencerenin önünden geçerken oluşan buğuyu görünce gülümsemeden edemedim. İki tıklattım pencereni, baktım cevap yok, dedim "Kesin radyonun sesinden duymuyor yine beni." Radyon da susmasın, mutfak pencerendeki buğu da hiç kaybolmasın canım didem.