Kısa bir çığlık, odadan kaçış. “Abi!” Sonuna kadar açılmış, öyle ki her an yere düşüp yuvarlanacakmış gibi hissettiren mavi gözler. “Odamda kocaman bir örümcek var, kocaman, kocaman…” Tırnaklarıyla kaşıdığı beyaz teni, hemen kızarıyor kardeşimin. “Öldür, al at… Bir şey yap, giremem odaya yoksa.”


Bir terlik mi alsam, peçete mi yoksa öldürücü sprey mi? Babam ellerine alıp atardı evdeki tüm haşereleri. Ne terlik ne peçete ne de sprey… Avcunun içine davet ederdi adeta hepsini. Üstlerini usulca kapatır ve pencereden dışarı salardı. Ne terlik ne peçete ne de sprey…


Ben de elimle almayı istiyordum. Bir dürtü gibi. Öyle yapmalıymışım gibi. Öyle olması gerekirmiş gibi. Ama peçeteye uzandım. Kardeşimin kaçtığı odaya girdim. “Nerede hani, göster?”

“Görmüyor musun ya, orada işte!” İşaret parmağını doğrulttuğu noktaya baktım. “O mu kocaman dediğin şey?”

“Madem öyle, elinle al…”

“Kes sesini bir Aysel.”

“Alamazsın ki alamazsın işte. Boşuna artistlik yapıyorsun bir de…”

“Kes sesini bir kes, annemi uyandıracaks...”

“Ay, hareket ediyor!”

“Canlı çünkü!”

“Öldür artık o zaman!” Kardeşimin mavi gözleri yuvalarından ha düştü ha düşecek.

“Bağırma, annem uyuyor kızım, bağırma.”

“Sen de bağırdın ama.”


Tavana doğru giden örümceğe baktım. Boyum hâlâ yetebilirken onu peçeteyle… Geçen de mutfaktaki böceği almaya çalışmıştım peçeteyle. Alıp pencereden dışarı salacaktım babamın yaptığı gibi. Sonra annem yemeğini karıştırmaya devam edecekti. Ama peçeteyi açtığımda böceğin ezilip öldüğünü görmüştüm. Utancımı gizledim yüzümden, utancımın kanıtını da yok ettim peçeteyi pencereden aşağı atarak.


“Kitap rafıma doğru gidiyor, bir şey yap artık!” Örümcek, dümdüz yukarı çıkmak yerine çapraz bir şekilde ilerlemeye başlamıştı.

“Abi, hadi!”

“Nasıl yetişeyim oraya Aysel? Gitti işte kitapların arkasına.”

“Masanın üstüne çık!”

“Bağırma ya, bağırma…”

“Sen de dişlerini sıkarak benimle konuşma, iyice bozuyorsun sinirlerimi. Yakalayamadın bir örümceği. Alıp okuyamam oradaki kitaplarımı da korkudan…”

“Alıp alıp duruyorsun zaten anca, okuduğun yok.”

“Okuyorum!”


Elimdeki peçeteyi yüzüne savurduğum anda annemin pürüzlü sesi duyuldu:

“Ne yapıyorsunuz?”

“Abim, kocaman bir örümceği kaçırdı.” Yine işaret parmağını doğrultmuştu bir noktaya, o noktaya hiç bakmadan. “Kocamandı anne, çok korkuyorum, evde çoğalırsa…”

“Abartma Aysel,” dedi annem. “Spreyi al, sık rafına.”

“Ama kitaplarım!”

“Ne olacak sanki kitaplarına?” diye sordum alay edebileceğim bir anın gelişiyle keyiflenerek. “Görse görse Kafka’nın kitabı zarar görür anca.”

“Ne diyorsun sen ya?”

Gülüşüm yüzüme yayılırken “Okumuyorsun işte kızım,” dedim.

“Çıktı ortaya,” deyince annem, kardeşimin mavi gözleri, rafına yöneldi yeniden. Örümcek, bir kitabın üstüne çıkmış duruyordu simsiyah bacaklarıyla.

“Anne,” dedim fısıltıyla, alışmıştım fısıldamaya artık o sürekli uyuduğundan, sürekli başı ağrıdığından, sürekli, sürekli... Sessizlik bile bir uğultu gibi gelirdi ona. “İlaçlamaya geleceklerdi…”

“Babanın arkadaşıydı,” dedi. “O gelecekti ilaçlama yapmaya ama…” Nefesi kesilince cümlesi de kesildi. “Bilmiyorum neden gelmedi.”

“Aramadın mı?” diye sordu kardeşim hâlâ kısmaya alışamadığı sesiyle. “Babandaydı onun numarası, hep o arardı. Ben nereden bileyim?”


Başını ovuştura ovuştura karanlık tuttuğu odasına geri döndü annem. İkimizde de bir boşluk bıraktı bu hareketiyle. Kardeşimle bende. Birbirimize baktık. Yüzüne savurduğum peçeteyi iyice açarak masanın üstüne çıktım. Kolumu uzatınca örümceğe yetişebilirdim, tam başımın üstündeydi, bir sıçrasa saçlarımın arasında kaybolacaktı… Kardeşim gibi korktum: Ya orada çoğalırsa?


Bacakları hareketlenince tenime bir sıcaklık yayıldı. Ensemin kızarışını görmeseydi Aysel... Peçeteyi elimden bıraktım, raftaki kitaplardan birini alıp örümceğin üstüne indirdim.


“Öldürdün mü?”


Kardeşimin korkusu geçince örümceği öldürme arzusu, bir vicdan azabı olarak içine işlemeye başlamıştı. Kitabı kaldırıp kapağındaki lekeye baktım. Ezilmiş büzülmüş bir örümcek…


“Öldür, dedin.”

“Bakayım.”

Kitabı kardeşime uzattım. İğrenme sesleri eşliğinde “Ben bunu nasıl okuyacağım?” dedi. “Aysel, sen bu kitabı alalı yıllar oluyor. Hâlâ okumadıysan ne diyeyim…”

Sesini yükseltti yine, “İkinci defa,” dedi.

O sesini yükselttikçe ben kendi sesimi iyice kısmaya da alışmıştım. “Ne ikisi,” dedim eğlenerek. “Senin bunu üç, hatta dördüncü defa okuyor olman gerekirdi.”

“Sen arasana,” Birden konuyu değiştirmesiyle neyden bahsettiğini anlayamadım. Masadan inerken kaldırdığım kaşlarımla ona bakıyordum.

“İlaçlama yapacak olan adamı.”

“Numarasını nereden bulacağım,” dedim. “Sattık işte babamın telefonunu.” Boğazımdaki alev topu…

“O zaman başka birini bul,” dedi. “İlaçlama yapılmazsa sürekli böcekler çıkacak böyle.”

“O adam tanıdık olduğumuz için uygun fiyata yapıyordu. Diğerleri kim bilir ne kadar ister.”

Aysel, bir örümceğin cinayet mahalli olmuş kitabının kapağına bakarak “Okumamıştım hiç,” dedi kendi kendine, sonra da bana,

“Ne yapacaksın sen? Çıkan her böceği tüm yaz boyunca öldürecek misin böyle?” diye sordu.

“Ne bileyim Aysel,” dedim boğazımdaki alev topunun sıcaklığı tüm bedenimi yakıp kavururken. “Yen korkunu, sen hallet birazını.”

“Söylemesi kolay!” dedi. “Keşke babam olsaydı…” Boğazımdaki alev topu fır döndü.

“Ölülerin bu kadar önemsiz şeyler için yaşama geri dönmesini isteme,” dedim. “Bu özlem değil, bencillik olur.”