Abim nerede? Abim yok. Salonda, masada, kurumuş bir meşrubat damlasında bir böcek var. Abim nerede? Mahalledeki basketbol sahasından geliyor gürültüleri. Abim çok iyi oynar, liseye geçince tüm kızların ona bu yüzden kapılacağını düşünür hergele arkadaşları.

“Aysel?” Annemin seslenmesiyle mutfağa geçtim. Elindeki bezi uzatıp “Masayı sil hadi,” dedi. “Sofrayı kuralım.”

“Sesleneyim şu camdan, abim gelsin, silsin…” Kızım hadi, diyor annem. Hadi kızım. “Masada böcek var anne. Antenlerini de kımıldatıp duruyor. Abime sesleneyim ben şu camdan veya o camdan artık hangisinden daha iyi duyarsa, gelsin…” Hadi kızım, hadi.

“Anne sen sil masayı, ben tabakları taşıyayım.” Geçen kırdın ya tabaklardan birini. Bozdun çeyizi. Annemin sesi neden kulaklarıma ulaşan normal bir ses gibi değil de bir yankı gibi? “Ne?” dedim anneme. “Biraz bağırsana, duyulmuyor, ne dediğin anlaşılmıyor.” Ağladıkça kısılmış annemin sesi, acısını susturdukça kısılmış. Annemin sesi. Çıkmıyor.

“Abi! Abi!” Sıcak hava tenime işledikçe camı kapatıp içerinin serinliğine kaçmak istiyorum. “ABİ!” Acıdı boğazım. Annem öyle bağırmamam için yine yankı yapıyor. Bağırma, bağırma. Oyunu bitince gelir işte, bağırma. “Abi!” Mahallede kaç tane abi olan oğlan vardı bilmiyordum. Bir an abim sesimi tanıyamadı diye düşündüm, diğer abiler “Ne?” demeden kendi abime seslendim bir tek: “Ayberk!”

Koşarak evin önüne gelirken terden parlıyordu vücudu. “Ne var Aysel? Ne?”

“Gelsene, yemek yiyecekmişiz.”

“Siz yiyin, ben sonra yerim.” Onu biraz korkutmak için aşağı sarktım. “Olmaz ki masayı kurduk. Üç tabak, üç çatal, üç kaşık.” Daha fazla sarkıp kıvırcık saçlarımın güneşle birlikte açılan rengine baktım. “Sarkma Aysel, sarkma. Gir içeri geliyorum şimdi.”

“Şimdi mi?”

“Evet şimdi! Gir içeri!” Annemin yankısı bu sefer ona da çarpıyor. Bağırmasınmış. Tüm mahalle rahatsız olurmuş. Kedilere bir su kabı koymayan, köpekleri alsın diye belediyeyi arayan mahalle... “Göreyim apartmanın içine girdiğini!” diye bağırdım yine boğazımı acıtarak.

Abime kapıyı açtığımda yüzümde oluşan sırıtışı engelleyemiyordum. Spor ayakkabısını çıkartırken dudaklarımın haline bakarak “Masa kurulu değil, kandırdın beni değil mi?” dedi. “Ama abi… Böcek vardı.”

“Nerede böcek Aysel, hani nerede?”

“Masada!” Yankı… Bağırmamalıymışız. “Tek bağıran o,” diyor abim. Sinirle içeri girdiğinde düşen suratımla kapıyı kapatıyorum.

“Tek bağırtan sensin çünkü.”

“Masada böcek yok Aysel.” Salona koşup masaya bakıyorum. Kurumuş meşrubat lekesi duruyor, böcek durmuyor. “Valla buradaydı abi, yemin ederim.” Korkuyorum bana kızacak diye. Babam gittiğinden beri daha çabuk ve daha çok kızıyor ama kızdığına da hemen pişman olup özür diliyor. Önceden pişman olup özür dilemezdi, belki de onu kızdırmak o zamanlar zor olduğundandı. Şimdiyse sinirle bakan mavi gözlerini bilerek uzak tutuyor benden. Darılmayayım diye. “Gerçekten… Antenleri kımıl kımıldı hatta abi.”

“Oyunu kazanıyorduk Aysel.” dedi. “Ama buradaydı!” Eğilip masanın altına baktım. “Alıp atsaydın o zaman! Ben gelene kadar böcek mi kalır etrafta?”

“Yapamam ki korkarım.”

“Öldür o zaman terlikle, kitapla, herhangi bir şeyle…”

“Babam, öldürmeyin derdi ama.”

“Korkma o zaman!” Artan siniriyle cayır cayır yanmaya başlamış olan mavi gözlerini gözlerime çevirip dikti. Darıldım. Başladım ağlamaya. Belki de korktum. Ondan başladım ağlamaya.

Annemin yankısı “Ağlama,” diyor bu sefer. Kırk gün boyunca dediği de buydu: ağlama, ağlamayın. Bunu derken kendi ağlardı. Birileri de ona “Ağlama.” dedikçe gözyaşlarını silerdi ama yine de gözleri akmaya devam ederdi. “Keşke babam olsaydı!” Abimin tokadını bekledim. Annemin ağlamasını. Ama her şey sessizleşti, herkes duruldu.

“Tabakları getir kızım,” dedi annemin sesi. “Ben silerim masayı.” Yankısı annemin, sesi.

Mutfağa girdim, boyum yetsin diye aşağı dolaba konulan tabakları tek tek çıkartmaya başladım… Abi, diyecek iken tuttum kendimi. Dolabın içindeki haşere de beni görmüş de dikkatimi çekmemek için hareketsiz duruyormuş gibiydi.

İki tabağı yavaşça yere koydum, kalbim gümbür gümbür… Elimde kalan tek tabağı dik bir pozisyona getirdim. Böceğin üstüne tabağın kenarını şak diye indirdim.

“Yine mi kırdın,” dedi annemin sesi, yankısı.

Bir umutla böceğin ölüsünü görmeyi bekledim, göremedim. Böceği bile göremedim.

Hani nerede, hani? Yemin ederim buradaydı!