Eve varıp kendime bir bardak şarap koydum. Gramofonun sesini açtım. Sigara yaktım. Resmi masanın üstüne yerleştirdim. Bu, ben miydim?Hayır, bu, herhangi bir yüzdü. Fakat bana o kadar benziyordu ki. Bir yüze sahip olduğumu, bu resmi daha yakından inceledikçe fark ediyordum. Evet, ben de diğer insanlar gibi bir yüze sahiptim. Fakat bu yüz, bu asılsız çehre benden başka kime tanıdıktı? Beni görmeyen herhangi bir kişi bu resmi görse, bunun ben olduğumu bilemeyecekti. Öyle daha güzel olmaz mıydı? İnsanın bir yüzü olmasaydı, herkes kendi yüzünü çizseydi, çirkin insan kalır mıydı? Zaten bana göre çirkin insan diye bir şey yoktu. Burun, ağız, kulak ve diğer dış organların bir başta birleşmesi vardı. Ve bu, ne yazık ki bizim kimliğimizi oluşturuyor. Böyle bir kaosun insana bahşedilmiş olması bir Tanrı’nın anlayamayacağı zorluklar yaratıyordu. Tanrı’nın bunlara ihtiyacı yok. Peki, bize neden böyle bir şeyi bahşetti ki? Ve insanı zor durumlara sokacak bir şeyi düşünmek Tanrı’ya ne denli yakışır? Neyse, Tanrı’yı suçladığımız yetti. Zaten bu, hiçbir zaman böyle olmadı. Kaosun kendine has bir ruhu vardır, ve bunu kimse anlayamayacaktır. Benim de kafa yormam gereksiz bir şey olur. Bir zamanlar önemsediğim şeylerin şimdi nasıl da çocuksu şeyler olduğunu anlıyorum. Geçici şeylere fazla kafa yormamak gerek. Artık o konuda düşünmek beynime yaptığım eziyetten başka bir şey değil, biliyorum. Bazen olur da, dalıp gidersem eğer yine, hemen açıp bu resme bakacağım. Bana Tanrı’yı hatırlatacak ve sonra, belki de kor bir alevde tutuşup yanacaktır. Bu resmin yaratıcısı ben olmasam da, kaderini ben belirleyeceğim. Çünkü, kaderi yaratıcılar değil, sahipler belirler.

Gece oluyor. Şimdi, takvim düşüyorum bir kağıt parçasının kenarına. Bir bardak şarap ve sigara içmek için kül tablası duruyor kağıdın yanı başında. Yudumluyorum, sigaradan bir nefes alıyorum, yazıyorum, yırtıp çöp kutusuna fırlatıyorum. Ne yazsam da daha önce hiç yazılmamış olsa? Kendime ait bir şeyler, itiraflar ya da... Boş ver. Gereksiz bir işe kalkışmanın kime ne yararı? Şimdi masa, sadece şarap ve sigara paketine ait. Masanın arkasında oturan benim, fakat bu masa benim değil. Çıkıp üzerine otursam, bu cennetten düşme armağanlardan daha mı çok yakışacağım ona? Hiç sanmıyorum. Bu masanın arkasında oturduğum sürece, ben sadece bir işçiyim ve benim vazifem sarhoş olmaktır. Tıkırtı sesleri duyuyorum, fakat hiç ilgilenmiyorum. Bir taraftan da meraklanıyor, bu sesin nerden geldiğini öğrenmek istiyorum. Fakat öğrenmiyorum. Kafamı kaldırıp pencereye bakıyorum. Yağmurmuş. Rahatlıyorum. Hiçbir şey umurumda değil. Evet, hiçbir şey. Hiçbir anının en ufak bir kırıntısını bile taşımıyorum zihnimde. Kendimi özgür bırakıyorum. Sonra, sanki suratımın tam ortasında kuvvetli bir yumruk hissediyorum. Anılar yine canlanmaya başlıyor. Zihnimi oyalamak için gidip dişlerimi fırçalıyorum. Fakat içkinin yarattığı uyuşukluk yüzünden ağzımdaki o serinlemeyi neredeyse hissedemiyorum. Kafamda yıldızlar patlıyor, balkona çıkıp derinden nefes aldım. Yıldızları seyretmeye başladım. Nasıl da güzellerdi. Ya da nasıl da sıradan.

Keşke insanlar da hayvanlar gibi olsa. Hayvanların hepsi tektir, yani, tek bir kişiliğe sahiptirler. Fakat insanlar, gün içinde farklı renklere, farklı kişiliklere bürünebilirler. Acaba ben nasıl bir kişiliğe sahibim? Bazı insanları kendi ağızlarından duyamazsınız. Onları sadece başkalarının ağzından duyarak beğenebilirsiniz, çünkü onlar, kendilerini sevmezler. Bence, ben de böyle bir kişiliğe sahibim. Kendimi sevseydim bunları düşünmezdim. Bir taraftan da, insanın kendisi için böyle şeyler söylemesi kendini övmesi hissi yaratmaz mı bir başkasında? Ya da kendinde bile. Karamsar kişiler içinde daha karanlık olma çabası vardır. Komik şeylere gülmezler, ya da, birilerini kırmaktan hoşlanırlar. Fakat bunları bilinçli bir şekilde yaparlar, öyle hissettikleri için değil. Böyle işte, insanı kişiliklere ayırmak sonsuza dek uzayıp gidebilir. Bu yüzden de ben, hep bir gölge gibi olmak istemişimdir. Birinin benim hakkımda konuşmaya başladığı zaman o bir şey bulmaya çalışma çabasını ve yaşayacağı hüsranı hep görmek istemişimdir. İçimden geldiği gibi davrandığımda, kimsenin alınmamasını ve böylece benden de küsmemesini istemişimdir. Dürüst olmak bu kadar zor olabilir mi? İnsanlar neden hep özlerinden sıyrılıp ‘yumuşak’ bir varlıkmış gibi davranırlar? Bilirim ki, aslında hiçbir şey umurlarında değildir. Hep düşünmemem gerektiğini düşünmüşümdür. Sonuca ulaşmanın imkansız olduğu şeyler vardır. Mesela hayatın anlamını bilmek ya da Tanrı’nın varlığını kanıtlamak gibi. Artık ne düşünüyorum, biliyor musun? Bu, gelip geçici bir heves, bilgi edinme hırsından başka bir şey değildir. İlk başlardan anlarsın bunu, fakat o süreçte kendine yalan söylemek en mantıklı seçimdir. Yoksa, daha yolun başındayken vazgeçersin her şeyden. Beynin boş olduğu için bunu yapmanı engeller, ve seni sonu gelmeyecek olan bir ıstırabın koynuna iter. Istırabın koynunda ne kadar dayanabildiğine bağlıdır her şey. Çoğu zaman, bunu sen belirleyemezsin ve vazgeçemezsin bilgi edinme hırsından. Bunun da boş olduğunu herkesten daha iyi bilirsin, fakat senin bildiğin boşlukla diğerlerinin bildiği boşluk tamamen farklıdır. Çünkü sen gülümsersin, onlar burun kıvırırlar. Çünkü sen kucaklarsın, onlar iterler. Hayatına kendin mal olursun ve bundan acı dolu bir neşe duyarsın. ‘Diğerleri’ diye adlandırdığımız kesitten herhangi bir kişi bunları yaşarsa, hemen bir karamsarlığa bürünür ve kendinden başka herkesi suçlamaya başlar. Senin karamsarlığınla onlarınki aynı değildir. Bu yüzden çoğu şeyi açıklamak istemezsin. Bir işe yaramayacağını sağduyun sayesinde öngörebildiğin için. Sonra, kuytu bir yalnızlığa çekilirsin. Deliksiz bir uyku için yatağına girersin. Ne fayda! Yarını şimdiden görebiliyorsun. Ve aynı şeyleri yaşayacağını bildiğin için, kısa sürelik bir intihar arzusu kaplar çevreni. Fakat senin karamsarlığın ne kadar daha çok kara olsa da, bunu en son yapacak kişinin kendin olduğunu da bilirsin. Çünkü başka bir yaşamın olmadığını, ve zamanın el verdiği sürece acı çekmenin de güzel bir şey olduğunu onlardan daha iyi anlarsın. Böylece, gözkapakların iyiden iyiye ağırlaşır, ve kendini karanlık bir galaksinin eşiğinde bulursun.