Allah'la konuşuyorum. Allah'la Güllü hakkında konuşuyorum. Diyorum, bilinmezi ve anlatılamayanı ve anlatamamayı Allah yarattı. O yüzden ondan başka beni kim anlayacak? O benden iyilik yapmamı istiyorsa, yaparım! Güllü'yü benden alırsa, mecbur katlanırım. O bilir neyin iyi olacağını ama ben bilmem, bilemem.

Güllü kırlangıca benzer. Bunu yalnızca ben ve Allah biliriz. Zihnimdeki imgeleri ve kelimelere dökülemeyecek o zifirî duyguları, ifadesizliği ve daha nicesini... Sadece Allah bilir. Çünkü onları o yarattı. Beni yarattığı gibi.


İyilik için; bir kış gecesi gidişim. Her şeyi bilen Allah'ın hoşuna gitmek içindi. Güllü’nün terk ettiği bir evde yaşamamak içindi. Acımı unutmak için, başka acılar bulmak içindi…

Halep güzel şehir denir mi artık, hayır Halep güzel şehirdi denilir ancak! Güzellikler eskide kalmış. Oraya gitmek, bu dünyada fazla güzel şey yokmuş, bana bunu öğretti.

Bir çocuk vardı, bir eli kopmuş, iki gözü sargı bezleri ile sarılıydı. Çocuğu uyandırdılar. Arapça "Baba her yer karanlık." demeye başladı. Babası inleye inleye ağlamaya başladı. Çocuk sudan çıkmış balıklar gibi çırpındı sonra. Bacak kadar çocuğu koca adamlar tutamıyordu . "Baba kör oldum, baba kör oldum!" diye haykırıyordu. Yıkıldım.

O gün zalimliği gözlerimle gördüm. Dünya kötü bir yerdi. Amerika kötüydü, Rusya kötüydü, Güllü kötüydü, kötülükler vardı. Dualarım yitirilmiş bir kırlangıcı bulmak için edilmiş olsa bile, gerçek hayata döndüğümüz zaman, gözlerinin açılması için dua edecek çocuğun, gözlerinin açılması kadar imkansız bir ihtimaldi artık! Olanlar olmuştu. Gidenler gitmiş, kör olan kör kalmıştı. Bundan sonra istenecek tek şey sabırdı!

Daha sonra kuruluştaki görevimden istifa ettim. Gece dört ülkemize döndük. Yardım etmek ruhumuzda en ufak bir yumuşamaya neden olmamıştı. Ve üstelik, tüm çocukların ölmesi gerektiğini düşündüm. Böyle kötü bir dünyada kör olarak yaşamaktansa, ölmelerinin ve cennetin melekleri olmalarının daha iyi olacağını hissettim. Cennet var olmalıydı. Tüm bunlar yaşanıyorsa, bir yerlerde cennet diye bir yer olmalıydı!

Kar yağıyor Allah'ım, bunu sen yapıyorsun. Sobamız vardı, gecekondumuz, eski fotoğraflarımız, kızımız, her şeyimiz vardı!

"Kestane kokusu evi almış ben balık almaya gidiyorum." Güllü diyor:

"Büyük bir şeyler al, hamsi ne öyle böcek gibi."

"Tamam ulan karıcığım, büyük şeyler alacağım. Sen salatayı yap, masayı hazırla, huzur kaçırma, televizyonu kapat, şu evin balık kokusunu yok et, parfümler sık, bir de yüzünü asma, azıcık gülümse, gülümse!"

"Emrin olur beyefendi! Zaten sen ne dersen o olur."

"Sende bana nefrete dönen şeyler var biliyor musun Güllü?"

"Saçmalama be adam! Hadi işine bak..."

"Nefret nedir biliyor musun Güllü?"

"Nedir?"

"Başarısız sevgi denemesi."

"Aman ne laflar."

Sonra zaman hızlandı. Evimizin duvarları rutubetlendi. Sonra renkler soldu. Sonra sobamız söndü. Koltukları sigara külleri yaktı. Buzdolabı bozuldu, ampuller söndü. Kapıların camları kırıldı. Kız sınıfta kaldı. Fabrika satıldı. İşten çıkarıldık. Güllü gitti, kızım gitti. Sabah söverek gittiğim işim gitti.

Gitmem gerekti. Yüreğim yangın yeriydi. Başka yürek ateşlerini söndürmek için gitmem gerekti. Daha büyük acılar bulup bu acıyı o karanlıkta yok etmem gerekti. Görev yeri, Suriye! Biz iyilik melekleri! Kör edilmiş çocukları teselli edeceğiz.

"Bak ağabey yapamazsın. Zor iştir bu!"

Yaparım, dedim.

"Öyle şeyler göreceksin ki, ya çok iyi bir insan olacaksın ya da çok kötü bir insan olacaksın."

Zaten en kötüsü ortası olmak, dedim.

"Bir ay en fazla, bu kadar dayanamazsın bile."

İki ay dayandım.


Kış günüydü. Allah'ım sen Güllü'yü tramvay yolundan geçiriyordun, solgunca. Ben İsrail'de, Amerika'da, İngiltere'deki refah seviyesini düşünüyordum. Kar yağıyordu, bunu sen yapıyordun. Her şeyi sen yapıyordun. Güllü'yü, beni, kör olan çocuğu, Amerika'yı, Rusya'yı ve alakasız milyarlarca nesneyi, isimleri, düşünceyi, düşüncelerin zihinde oluşturduğu milyarlarca hissi sen yapıyordun. Nasıl yapıyordun!

Bir yerlerde sıcak evler var. Soba yanıyor o evlerde. Mutlu ve geniş aileler, koca masalarda neşe ile yemek yiyor. Hissediyorum. Güllü oradan geçiyor, solgundu. Karşısında beni gördü. Birkaç lakırdı, gözlerinden başkaları geçmiş gibi yorgundu.

"Hadi eskisi gibi şu camide dua edelim Erhan."

"Çarpılırız yavrum, kafam azıcık kıyak."

"Cami Allah'ın da, sokak değil mi? Çarpsa burada da çarpar."

"Ama o ayılmadan gelmeyin, diyor Güllücük!"

Sonra dedik, aynı anda, sessizce içimizden geçti:

"Sevgili Allah'ım! Pek içimizden geçmiyorsun, üzgünüz! Bizi sana, sevgi ve muhabbetle 'Allah' demekten alıkoyma! Bize bir ev ver yeniden, bir de kızımız iyi olsun. Kış aylarında yanan sobamız olsun. Paramız olmasa da, aşkımız olsun."

Halep'te bir çocuk kör olmasın, demedik. Fabrikalar satılmasın, Amerika kahrolsun demedik! Hep kendimizi düşündük!

Her şeyi sen yapıyorsun Allah'ım. Bize duayı ettiren sensin. Güllü de, Amerika da, kör olan çocuk da bizi bir yerlere götürecek gibi. Ama nereye?


Çiziliyor içimde bir şeyler. Zihnim seni düşünecek kadar büyük değil belki Allah'ım. Şimdi eskide kalmış ve içimden yanlış kaynayan parçalarla, bugünü yaşayamamaktan muzdarip olsam da geçip giden şeyleri gördükçe ve kötülüğü sezdikçe, pek fazla ehemmiyet vermiyorum hiçbir şeye. Ve onlar da benim sağlıklı olmadığımı düşünüyorlar bu yüzden. Ne kadar kötü şeyler görsem bile, sana inanıyorum. Beni kimsesiz bırakışında bile bir şefkat arıyorum.

Bana yapmak istemediğim şeyleri yaptırmaya çalışıyorlar Allah'ım. Direniyorum. Hepsini kaybettim, ama kendimi bulmaktan geri kalmadım. Seni hissediyorum. Ama sana asla doyamadım. Uzaktan geçiyor gibisin, ama sen uzaksın, yakınsın, burası, şurası veya herhangi bir yersin. Her yer senindir! Güllü bile senindir. Çürüyecek olan Güllü!

Şimdi neyin gerçek olduğunu bulmalıyım. Ya da neyin gerçek olmadığını. Düşündüğüm ve yeryüzüne ses olarak çıkardığım ne varsa, gerçektir. Güllü gibi, kör olan çocuk gibi; Amerika, İsrail gibi ve daha nice alakasız saçma ve ruh acıtan şeyler gibi. Değil mi Allah'ım, sen yapıyorsun her şeyi?