Gönlüm hüzünlü bir yolcu,
yollarda yitik,
Ruhumun hasreti yıldızlara mı
düştü?
Gel ey sevgili, dön geri,
kaybolduğum yerde,
Aşkınla baharı getir, iç...
Sevgi, kalplerde yeşeren bir
çiçektir,
Gözlerde parlayan ışıltılı bir
izdir.
Kucaklayan, sıcacık bir
şefkattir,
Karanlık gecede yıldızlar
gibidir....
Sanki dünya duracak yerinde
telaş,
Doruklarda çırpınan kalbimin
sesi,
Umutsuzca ararım iç
huzurunu,
Gelmez hiçbir çare bu yoğun
gürültüye,
Gözler...
Olur da bir gün çok özledim kelimesi dökülürse dudaklarımdan işte o zaman hayal ederim. Seninle gelecek günleri.
Bir hüzün bırakıyorum ikindiye
Gözyaşlarımda birikiyor sonsuzluk
Acımasız buluyorum zamanı
Bizim mutlu olmadığımız bir günü
Nasıl ekler takvimine
Tırnak...
Nefes almayı unutmanın bir yolu var mıdır? İçimi kemiren başka bir soruya bu dehlizde cevap vermek çok zor. Bu melankoli sanata bir sebebiyet sunar. Kanımca...
“Beyler, burada kavga edemezsiniz! Burası savaş odası.”
Film bittiğinde yaptığım ilk şey, böyle bir filmi neden daha önce izlememişim diye kendimi sorgulama...
Hadi gidelim beni yoksul ormanlarına götür. Yoksul çünkü yoksun, sevmeyi beceremediği evlerden kaçtı. Üstünde bir şey yok. Yığınla yalnızlık, tonlarca ağırlı...
Burası kainatta bir yer, burası ışık ormanı, evrene sorduğum ilk soruya evrenin ilk cevabı. Ölmeden önce ölmeyi dilemiştim, rüya içinde rüyaya uyandım. Huzur...
Gözler tüfeklere denktir,
Sıkı tut ama bakma.
Ben kapkara bir patlayıcı kimya,
Sorsan her kaşın altına parya.
Bin namlu var şimdi alnımda,
Desem bir rüy...
Sen dolamışken ömrüme kollarını
Saç tellerim kopar dolanır kimliğine
Az evvel aldığım zamanı veririm borcumla
Tutar nefesimi beklerim ufukta
Doğan güneş...
Yükleniyor...
İçeriğin sonu
Yüklenecek başka sayfa yok