Madem bugün İstanbul'a bu kadar kasvetli bir hava ziyaretimize gelmiş
Ahmet Kayasız bir hoş geldin eksik kalırdı rüzgarlarına...
Günaydın, günaydın...
Ölenin ve yaşayanın mutlak çelişkisinde,
karanlığı evlat belleyenlerin gezinirken
Hakikat, sonsuz ve ince uzun iki duvarın arasında.
Çeperin dışında ki ma...
Gerçekten bu muydu, yürüdüğüm yol renkleri, hayatımın tüm sesleri.
Bu kadar mıydı.
Bu mu son, sanmıştım ki Grinko'nun piyano sesleri gibi notalar çıkacak...
Kaldır duvarlarını
Sen göklerden, bilinmezden
Varsayımlardan ibaret
Durmadan inatla ördüğün, aramızda dolaştığın böylece
Her şeyi işittiğin varlığınla
V...
Ey büyük kayıplarla adını yazdıran renk
Bulut kadar beyaz, evet, kağıt kadar beyaz
Yoksa bir sokak düşüneceğim hiçbir yere varmayan
Oradan zayıf bilinçler...
Bitmeye mecbur inanç, yanmakla doğan taş önce
Önce bileklerden söz eden diken dolu ağızlar
Beklemiş su, yarılanmış su, unutulmuş su için en çok
Karlandım ...
teslimi ölüm, raundu kısa bir sevmekti yaşamak
doğrusu tersi hepsi buydu
rüyada büsbüyük, büsbütün bir kâbus ama asansörde, arabada, çalıda yalıya, konduya...
yaşamdan bir şey ummayanlara
yaşam hep
erken yanıt verir
üzgünüm Füruğ
senin kadar değil ama
ben de üzgünüm
her mevsim Kartepe'de
solan çiçekleri
pen...
Bir kaşık, kaşık ve bir kaşık daha. Tatlı kaşığından söz ediyorum. Koltuğun ucuna serilmiş yarım bir havlu, yanı balında Gogol ile ölü canı. Diğer yanında Ay...
Yine yazma ve şarap zamanı." ile başlamaya yüz tutmuş minik bir öyküsünü okudum Eroğlu'nun. Zülal'in aşk hikayesi. Yazarların, metinlerinde başkahramanlarını...
Vitrindeki kurumuş çiçeğin,
koparılmış saadeti,
sebebi sancılaraysa hiddetin,
ciğerime işleyen bir nefes kederin,
üstüne tüküreyim hepsinin.
Kahrolduğum...
Yükleniyor...
İçeriğin sonu
Yüklenecek başka sayfa yok